Geçen sayımızda yeni iş yasasının iş sağlığı güvenliği (İSG) alanına getirdiği yeni araçlara ve açılımlara değinmiştik. Risk değerlendirmesi, bu değerlendirme öncesi ve sonrası eğitimlere, strateji çalışmalarına ve bütçelemenin önemine değinmiştik. Bu sayımızda, işyeri örgütlenmesine ve gelecek sayımızda da “katılım ve strateji üzerindeki etkisine” değineceğiz.
İş hukuku mevzuatımız, daha 1930 yılında işyeri hekimine bazı işyerleri için zorunlu kılmıştır. 1930-46 yılları arası özellikle kamu işyerlerinde işyeri hekimi çalıştırıldığı ve bunların kendi kurumlarının hastaneleri ile desteklendikleri bilinmektedir (Bu hastanelerin işveren tarafından kurulma yükümlülüğü de iş hukuku mevzuatımızca öngörülmüştür). Ama koruyucu hizmet ödevlerini yeterince yerine getirmedikleri anlaşılmaktadır. Bunun en belirgin kanıtı, 1946 yılında İşçi Sigortaları Kurumu’nun kurulması ve hastalanan işçilere yaygın tedavi hizmeti sunulmasıyla, işyeri hekimliğinin de sönmeye yüz tutmasıdır. Ancak 1980 yılında çıkarılan Yönetmelikle, işyeri hekimleri ve koruyucu sağlık hizmetleri anımsanmıştır.
Ancak işyeri hekimlerinin kimliklerine kavuşmaları ve yaptıkları işlerin özelliklerine uygun eğitilme çabaları için 7 yıl daha beklemek gerekmiştir. 1987 yılında Türk Tabipleri Birliği (TTB) 35.Büyük Kongresi’nde alınan bir karar, Türkiye’de işyeri sağlık hizmetleri için bir dönüm noktası olmuştur. Kongre kararı doğrultusunda, TTB Merkez Konseyi ve tüm Türkiye’deki tabip odaları birlikte hareket ederek, işyeri hekimi olan ve olacak her hekimde, iş hekimliği alanında eğitim aldığını gösteren bir sertifika aramaya başlamışlardır. O dönemde “İş Hekimliği Sertifikası” veren başka hiç bir kuruluş bulunmamasından doğan açığı kapatmak üzere, Türkiye çapında kurslar başlatmış ve 15 yıl bu alanda tek başına büyük bir çaba göstermiştir. Hiç kuşkusuz bu eğitim seferberliği, beraberinde Türkçe yayın çabasını getirmiş; böylece ülkemizde İSG alanında çok sınırlı olan yayınlar da zenginleşmiştir. Bu kutlanmaya değer çabanın, Türkiye’deki iş sağlığı güvenliği ortamını hareketlendirdiği, bir ilgi merkezi oluşturduğu kuşkusuzdur. Bu başarıda, TTB’nin 2.görev olarak işyeri hekimliğini yapmak isteyen hekimlere, yasası gereği izin vermesinin zorlayıcı etkisi, önemli yaptırım gücü oluşturmuştur.
Yeni İş Yasası ve ardından 16.12.2003 gün ve 25318 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “İşyeri Sağlık Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” ile Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB), işyeri hekimlerine eğitim yapma ödevini kendi üzerine almış; iş teftiş sisteminin getirdiği yaptırım gücünü de bunun tamamlayıcı parçası olarak kullanmıştır. Her ne kadar Danıştay kararı, diğer kuruluşlara da bu konuda eğitim yapma fırsatını veriyorsa da, yaptırım güçlerinin olmaması ya da kullandırılmaması, fırsatın olanağa çevrilmesini engellemektedir.
Türk iş hukuku mevzuatında, işyerlerinde hemşire bulundurulması,İSİG Tüzüğü hükümlerine göre, 1973 yılından beri, bir işveren yükümlülüğüdür. Ancak ÇSGB İş Teftiş Kurulu, mevzuattaki “ağır ve tehlikeli işlerin yapıldığı işyerlerinde işyeri hemşiresi bulundurulur” ifadesini, “50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde …” olarak kabul etmiştir. Bu kabul ediş, işyerlerinde hemşire istihdamını sınırlamış, işyerlerinin ortak hemşire tutma olanaklarını da temelsiz bırakmıştır.
Yeni iş yasası da aynı doğrultuda hareket ederek, işyeri hemşirelerinin 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde çalıştırılmasını, yasa düzeyinde bir yükümlülük olarak kabul etmiştir. İşyeri hemşirelerine, kurstan geçme ve “iş hemşireliği belgesi” alma yükümlülüğü getirmiştir.
Yeni İş Yasası’na dayalı olarak çıkarılan işyeri sağlık birimleri hakkında yönetmelikle, başta, yalnızca, 4 yıllık fakülte mezunu hemşirelere bu kurslara katılma hakkı tanınmıştır. Ancak daha sonra yapılan yerinde bir değişiklikle bu kısıtlama kaldırılmıştır.
Hemşireler işyerinde, tam süreli çalışan ve işçilerle diyalog kurma olanağı fazla olan görevlilerdir. Bu bakımdan eğitim almaları ve ekipta bağımsız bir kimlikle rollerini yerine getirebilmeleri çok önemli bir gelişmedir.
Yeni dönemde iş sağlığı güvenliği alanında iki ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) Sözleşmesi’nin kabul edilmiş olmasının da önemli bir atılım oluşturacağı kabul edilmelidir. 155 sayılı ILO Sözleşmesi işyerlerinde çalışma koşulları üzerine olup, “İş Sağlığı Güvenliği ve Çalışma Ortamına ILO Sözleşme” adını taşımaktadır (Resmi Gazete, 13.01.2004 tarih ve Sayı : 25345 (asıl)). 161 sayılı sözleşme işyeri sağlık örgütlerinin çalışmasını kendisine hedef olarak seçmekte olup;İş Sağlığı Hizmetlerine İlişkin ILO Sözleşmesi” adını taşımaktadır (Resmi Gazete 16.03.2004 tarih Sayı: 25404 – Asıl).
Yeni İş Yasası’nın getirdiği en önemli yeniliklerden biri de, belli ölçeğin üzerindeki işyerlerine iş güvenliği ile görevli mühendisi veya teknik eleman bulundurma zorunluluğu getirmiş olmasıdır. Bu görevliler, “İşverenlerin, işyerlerinde sağlıklı ve güvenlik bir çalışma ortamının tesis edilmesi, sağlık ve güvenlik risklerinin önlenmesi ve koruyucu hizmetlerin yürütülmesi için gerekli tedbirlerin belirlenmesi, bu tedbirlerin uygulanması ve uygulamaların izlenmesi işlerini yürütmek üzere” görev yapacaklardır (İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik – Resmi Gazete 20/01/2004 tarih ve 25352 sayı). Bu hüküm, yıllardır özlemi çekilen ve ısrarla üzerinde durulan bir gereksinmenin karşılanmasına olanak verecektir.
Ülkemizde, maden ve parlama-patlama tehlikesi olan işyerleri dışında iş güvenliği (sorumlu) uzmanı bulundurma yükümlülüğü 2003 yılına kadar olmamıştır. Bazı büyük işyerlerinin, gönüllü olarak iş güvenliği uzmanı bulundurmaları; TMMOB’ne bağlı odaların da bu alana ilgi duymalarını ve kurslar düzenlemelerini getirmiştir. Ancak istihdamda bir zorunluluğun olmaması, kurslara ilginin de hızla artmasını önlemiştir. TMMOB’ne bağlı bazı odaların iş sağlığı güvenliği kongreleri düzenlemeleri ve yasa koyucunun dikkatini çekmeye çalışmaları da olumlu sonuçlar getirmiştir.
Uzun yıllardır işyeri hekimleri tek başlarına bu alanda çalışarak büyük bir sorumluluk üstleniyor ve görevlerini de yeterince yerine getiremiyorlardı. Ama görülüyorki, işyeri sağlık-güvenlik hizmeti sunumu için gerekli ekip yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştır.
Ama buradaki en önemli eksiklik, 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinde, aynı ekibi oluşturma zorunluluğunun getirilmemiş olmasıdır. Oysa ki, ülkemizde, 50’den az işçi çalıştıran yerlerinde “ortak sağlık-güvenlik birimi” deneyimi ve bunu kurma özgüveni vardır (1). Ancak bazı kuramcıların ve Bakanlık uygulayıcılarının çabalarına karşın, bu önemli adım atılamamıştır.
Zorunlu iş güvenliği uzmanı çalıştırma uygulamasının henüz emekleme çağında olması da, bazı yetmezlikleri getirmektedir. Sınırlı sayıda A tipi sertifikaya sahip uzmanın bulunması, buna
karşın yüksek risk grubunda yer alan ve “50 ve daha çok işçi çalıştıran” işyerlerinin çokluğu, uygulanabilirliği ve erişilebilir maliyetleri olumsuz etkilemektedir.
Bundan sonraki adım, uygulamada örgütü oluşturan bu meslek üyelerinin birlikte çalışma alışkanlıklarının beslenmesi ve ürünlerinin beklenmesidir. Bunun için ivedi çabaya gereksinmeye gerek vardır; yoksa her görevlinin kendi kabuğunda bir şeyler yapmaya çalışması ve aradaki kopukluğun kemikleşmesiyle karşılabilir. Özellikle işyeri sağlık güvenlik kurullarının, il-ilçe-ülke düzeyinde
zincirleme bağlarının oluşturulması; onların daha etkin çalışmasına ya da çalışmalarının sergilenmesine yönelik kongreler
ve buluşmalar gerçekleştirilmelidir.
Öte yandan iş sağlığı güvenliğini yalnızca 3 mesleğin uygulama alanı görmek de yanlıştır. Yasa koyucu özellikle, sosyal bilimlerin iş sağlığı güvenliği alanına yapabilecekleri katkıları gözardı etmiştir. Bu anlayış iş yasasının bir bütün olduğu ve iş sağlığı güvenliğinin, çalışma sürelerinden yıllık izinlere kadar bir çok hak ile yakın bir bağ içinde olduğunu dikkate almamaktadır. Yeni iş sağlığı güvenliği yönetmelikleri risk değerlendirmesini getirirken; risk grupları kavramının sosyal bilimcilerce işyeri düzeyinde işlenmesine ve iş sağlığı güvenliği yaklaşımının bir parçası olmasına olanak vermemiştir. Çalışma süresi dışında kalan sürelerin, işçinin sağlığı yönünden ne denli önemli olduğunu ve sosyal hizmet uzmanlarının yaşam alanları ile uğraşmasının kaçınılmaz bir gereksinme olduğunu unutmuştur. Bu bakımdan, işyeri sağlık-güvenlik örgütüne en kısa zamanda bir sosyal görevli eklenmeli, bu zorunlu kılınmalıdır
(Eski İSİG Kurulları Tüzüğü, böyle bir görevlinin kurula katılmasını öngörmüştü; ama yeni yönetmelikte bu kurul üyesi çıkarılmıştır).
Sonuç olarak, olumlu adımları kutlarken, eksikleri ve ivedi yapılması gerekenleri de güçlü bir sesle söylememiz gerekmektedir.
___________________________
(1)
Fişek A.Gürhan (1995) : Küçük Sanayi Sitelerinde İşçi Sağlığı Güvenliği Birimi: Fişek Modeli, Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı 22, s.3-15