2003 yılında çıkarılan İş Yasası ile 2012 yılında çıkarılan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, Türkiye’de iş sağlığı güvenliği uygulamaları yönünden çok önemli kilometre taşlarındandır. İş Yasası, iş güvenliği uzmanlığı uygulamasını zorunlu kılmış; İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ise, hem işyeri hekimi ve hem de iş güvenliği uzmanı çalıştırma yükümlülüğünü 50 işçiden az işçi çalıştıran işyerlerini de kapsayacak biçimde genişletmiştir.
Bu önemli adımları atma kararlılığını gösterebilen bir iktidarın, uygulama sürecinde gösterdiği kararsızlığı anlamak zordur. Bu ancak “öz” ile “söz” tutarsızlığı ile açıklanabilir. 2003-2013 arası iş güvenliği uzmanlığı uygulamasındaki gecikmeler ve iniş çıkışlar; süreç yönetiminde, sosyal eşler (partner) ile çıkan anlaşmazlıklar; 2012 sonrası işyerlerinin tehlike derecelerinde görev yapacak iş güvenliği uzmanlarının niteliklerindeki tereddütler; işyeri hekimlerinin çalışma süre ve görev periyotlarının daraltılması ayrı bir tartışma konusudur.
Biz değerlendirmemizi, 2012 yılı 30 Haziran’ından başlatmak istiyoruz. Yasa çıkarılırken niyet şuydu :
-
İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı, iş sağlığı güvenliği uygulamaları için vazgeçilmez kişilerdir.
-
İşverenin sorumluluğu değişmemekle birlikte, tüm iş sağlığı güvenliği uygulaması, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimlerince yürütülmelidir.
-
Bu uygulama tüm işyerlerini kapsamalıdır.
-
İnsangücü gereksinmesinin çok artması karşısında, hızla “belge” sahibi olan iş güvenliği uzmanı sayısı arttırılmalıdır.
Bunun için, tehlikeli-çok tehlikeli sınıfta sayılan işyerleri için uygulamanın bir yıl ertelenmesi öngörülmüştü. Neden?
-
Bu süre içinde insangücü açığı kapatılacaktı.
-
Bu süre içinde, ilgili yönetmelikler çıkarılacaktı.
-
Yine bu süre içinde, Bakanlığın, bilgi işlem sistemi, bu büyük çaptaki genişlemeyle uyumlu hale getirilecekti.
-
Bu süre içinde, işverenlere uygulama anlatılacak ve yasaya destekleri istenecekti.
-
Bu süre içinde, sosyal eşlerin (ortakların) kendi üyelerini aydınlatmaları ve uygulamaya destek olmaları için önlem almalarına olanak verilecekti.
Ülkedeki nitelikli insangücünde yüksek olan işsizlik oranı, başta mühendisler olmak üzere teknik elemanların yoğun olarak C sınıfı iş güvenliği uzmanı kurslarına yönelmesine neden olmuş ve çok kısa süre içinde binlerce uzman doğmuştur. Bir yıl içerisinde hedefe ulaşılmıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) tarafından, yönetmelikler çıkarılmakla birlikte, işyeri hekimleri hakkında yönetmeliğin çıkarılması bir yıl içerisinde başarılamamış ve bu uygulamada tıkanıklıklara yol açmıştır. Eski yürürlülük tarihinden iki ay sonra 20 Temmuz 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan bu yönetmelik, eğer Yasa uygulaması ertelenmemiş olsaydı, geç kalmış olacaktı.
İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, 2 Ağustos 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan “Torba” yasa ile çok tehlikeli-tehlikeli işyerleri için 6 ay ertelenmiş ve bunun yanında tartışmalı bazı hükümler de getirmiştir.
Bu yazı dizisinin amacı, bu süreci bölümlere ayırarak irdelemektir. Bunu üç başlık halinde gerçekleştirmeyi planlıyoruz:
-
İşyerinde Sağlık Gözetimi
-
İşyerinde Çalışma Ortamının Gözetimi
-
İşyeri Hekimi ve İş Güvenliği Uzmanlarının Nitelikleri.
(İş müfettişi ile bu görevlilerin ilişkileri, ast-üst, mesleki bağımsızlık vb)
I
İŞYERİNDE SAĞLIK GÖZETİMİ
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı hazırlayanlar, yasanın, tüm yazgısını işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları üzerine kurmuştur. Yasa ve yönetmeliklerin onların aracılığı ile işyerine indirilebileceğini düşünmektedir.
Bu noktada, birbirine komşu iki kavram arasında bir sınır çekmek, görev ve yetkiler konusunda da yol gösterici olacaktır: “Sağlık Gözetimi” ile “Çalışma Ortamının Gözetimi”.
Sağlık gözetimi kavramı, işçinin sağlık durumunu ve bunun çalışma ortamı ile ilişkisinin irdelenmesi ve izlenmesi anlamındadır. İnsan odaklıdır. İşyeri sağlık hizmetleri kapsamında değerlendirilen “sağlık gözetimi”, muayene edilen işçinin sağlık durumunu ortaya koyduğu gibi, çalışılan işyerinin koşulları hakkında da fikir verir.
Hiç kuşkusuz, işyeri hekimince yapılan genel sağlık muayenesi, işçinin sağlığı konusunda önemli bir ipucudur. Özellikle bulaşıcı hastalıklar ve meslek hastalıkları yönünden yapılacak ileri incelemeler de (akciğer filmi çekilmesi, odyometri testi vb) işçinin sağlık durumunu tüm boyutları ile ortaya koymaya yardımcı olur. Bu sağlık işlemlerinin, işe girişte mutlaka yapılması ve yakın aralarla tekrarlanması gerekir. Çünkü “işçinin işe uygunluğunun” sürüp sürmediğini anlamak kadar, bir hastalığının erken aşamada yakalanması bakımından da periyodik muayeneler çok önemlidir.
İşyerine giren, her yeni işçinin sağlık durumundaki özelliklerin saptanması ve o işin zararları gözönünde tutularak, “bünyece” elverişli olup olmadığı belirlenmelidir. Böylece yeni işveren, eski işverenin yol açtığı yaralanmaları (sağlık zararlarını) belgeleme (ve kendini soyutlama) olanağını bulur. Ama çalışma sırasında yaralanma riski, yeni işyerinde de vardır. Bunu belirleyecek olan da, periyodik sağlık muayeneleridir. İşe giriş muayenesi bulguları ile periyodik sağlık muayenesi bulguları arasındaki fark, yeni işverenin sorumluluğunu (eksiklerini) ortaya koyar. Bu işçinin sağlığı koruyucu önlemler almak için çok değerli bir fırsattır. Ne kadar sık yapılırsa o kadar iyi olur.
Öte yandan, sağlık muayeneleri sırasında saptanan hastalıkların, bulaşıcı ya da mesleksel nedenlere bağlı olmasının, hasta işçi kadar, çevresi için de büyük anlamı vardır. Meslek hastalıklarının özelliği, seçici olmamasıdır; herkesi etkiler. Demek ki, bir işçide bulunan olumsuzluk, mutlaka öteki işçiler tarafından, şu ya da bu oranda yaşanmaktadır. Bir işçide hastalığın erken tanısı, aynı zamanda “toplumsal düzeyde bir erken tanı”dır ve iş arkadaşlarının kurtarıcısıdır. İşçinin hastalığı mesleki olmayabilir; o zaman da, sözü edilen işçi için, erkenden bilinmesi ile yaşam kurtarıcı olabilir.
Meslek hastalıklarında, genel hastalıklardan farklı olarak, erken tanı konulduğunda, maruziyetin (mesleksel etmene sunuk kalmanın) sonlandırılması ve hastalığın ilerlemesinin durdurulması söz konusudur. (Genellikle) geri dönüşü olmayan yaralanmalara yol açan meslek hastalıkları, yakalandıkları noktada (genellikle) durdurulabilirler.
İşyerleri, kalabalıkların toplu yaşadığı ve toplu beslendiği yerlerdir. Büyük inşaatların yayılması dolayısıyla, bu kez, kalabalıkların yatıp kalktıkları barınaklar da buna eklenmiştir. Bu alanlarda, İşçiler birbirleriyle yakın temastadırlar. Bu bakımdan, bulaşıcı hastalıkların hızla yayılması bakımından çok elverişli bir ortam oluşturmaktadırlar. İşe başlayan ve işini sürdüren işçilerin, bulaşıcı hastalıklarının bulunmadığına ilişkin muayene ve incelemeler bu bakımdan çok önemlidir. Biz bu raporları “portör” raporları olarak niteliyoruz. 1930 yılında çıkarılan Genel Sağlığı Koruma Yasası’ndan beri, özellikle besin işlerinde çalışanlar için, bu raporlar istene gelmiş ve çok önemli bir işlev görmüştür. Özellikle, lokantalarda ve mutfaklarda çalışanlara uygulanmış; hizmet alanların içini rahatlatmıştır. Bulaşıcı hastalıklarda erken tanı, hem çalışan için hem de çevresi için yaşamsal önem taşır. Birdenbire bir salgınla karşılaşabilirsiniz. Dolayısıyla yakın aralarla yapılan ve bulaşıcı hastalığın bulunup bulunmadığına ilişkin incelemeler, işverenin çok önemli sorumluluklarından biridir.
Sağlık gözetiminin, çok önemli sonuçlarından biri de çevresel boyutudur. Eğer, işçilerden birinde mesleksel kaynaklı bir olumsuzluk saptanmışsa, bunun kaynağının bulunması ve kurutulması için, “çalışma ortamının gözetilmesi” işlevi çerçevesinde çalışmalar yürütülmesi gerekmektedir. Demek ki, işyeri sağlık birimleri, işçilerin periyodik muayeneleri aracılığı ile iş güvenliği uzmanlarının çalışmalarına katkıda bulunmaktadırlar. Örneğin risk analizi sırasında gözden kaçan bir tehlike, işçilerin sağlık kontrolları sırasında kendisini gösterebilir ve iş güvenliği sisteminin uyarılmasına yol açabilir.
Bu saydıklarımız, bize, işyeri sağlık birimi çalışanlarının, çalışma ortamının gözetimine, işçileri gözleyerek (onlardan elde ettikleri verilerle) katıldıklarını göstermektedir.
Bütün bu anlattıklarımız, insan odaklı ve yakın ilişkiyi gerektiren işlevler .. Bu bakımdan 1980 yılında çıkarılan işyeri hekimleri hakkında yönetmelik, her şeyi işyeri hekiminden beklemekteydi. Oysa buna olanak yoktu. O günün koşulları, işyerinde yeni yeni görevliler ve onların yetkilendirilmesine olanak tanımıyordu. Bu yüzden işyerindeki iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili tüm görevler, işyeri hekimi üzerinden tanımlanmıştı. Bugün bu görevlerden önemli bir bölümü iş güvenliği uzmanlarının üzerine aktarılmıştır. Son yasa ve işyeri sağlık hizmetleri hakkında yönetmelik, işyeri hekimine bu konuda bir yardımcı verilmesini de hükme bağlamıştır. Bu yardımcı, işyeri hemşiresi veya sağlık memuru olarak tanımlanmıştır.
Bütün bunlar, iş sağlığı güvenliği tarihimizde çok önemli üçüncü kilometre taşını * oluşturmakla birlikte, bu atılımı baskılayan çok önemli iki öge vardır. Bunlar, ÇSGB’nin, uygulamayı, en ufak ayrıntısına kadar kendi istediği gibi belirleme çabası ile ÇSGB iş müfettişlerinin uygulamada öne sürdükleri istekler ve yaydıkları korkudur. En iyisini “büyüklerimizin” bildiği varsayımından hareket eden bu yaklaşım, özellikle “hekim”lik alanında, büyük yanlışlıklara yol açmaktadır.
ÇSGB’nin işyeri hekimliği alanında, bilimsel bilgi birikimi yoktur. Bunu oluşturacak tıp eğitimi almış yeterli insangücü de yoktur ve uzun yıllar boyunca zaten olmamıştır. Şöyle ki, 1979 yılında hekim iş güvenliği müfettişi sayısı 8 iken, 2003’te 1 ve bugün de 1’dir.
Bakanlık bu eksiğini, işyeri hekimliği alanını önemsizleştirerek aşmaya çalışmaktadır. Bu değerlendirmemize örnek olması bakımından beş kanıt gösterebiliriz :
-
Bunlardan biri, 1980 tarihli işyeri hekimleri hakkında yönetmelikte, işyeri hekimlerinin mesleksel denetiminin yalnızca hekim iş müfettişlerince yapılabileceği öngörülmüşken, izleyen diğer yönetmeliklerde bunun kaldırılması ve “tıp” ile hiç bir ilgisi olmayan mühendis kökenli iş müfettişlerinin de işyeri hekimlerini denetlemelerinin olanaklı kılınmış olmasıdır.
-
Bir diğeri, bir işyerinde çalışmakta olan işçilerin periyodik sağlık kontrolları için tanınan tekrar süresidir. Bu süre, 1948-1974 arası 6 ay (1), 1974-2013 arası bir yıl (2) ve sonunda 3-5 yıl olmuştur.
-
İşyeri hekimlerinin işyerinde işçi sayısının bir fonksiyonu olarak kalış sürelerinin belirlenmesinde, aynı “önemsizleştirme eğilimi” kendini göstermiştir. 1980 yılında bir işyeri hekiminin işyerinde işçi başına ayda 15 dakika bulunması öngörülürken, 2013 tarihli işyeri sağlık hizmetleri hakkında yönetmelikte bu süre 4-8 dakikaya düşürülmüştür.
-
Bir diğer “bilimsel bilgi” eksikliği, işyeri hemşiresinin kimliği ve görevleri ile ilgilidir. 2004 yılında çıkarılan işyeri sağlık hizmetleri ile ilgili yönetmelikte, işyeri hemşirelerinin bağımsız mesleksel kimliklerine saygı gösterilmiş ve tek başlarına da yapabilecekleri görevler tanımlanmışken, 2013 tarihli yönetmelikte, bu görevliler, yardımcı olarak nitelenerek, işyeri hekiminin “emir eri” haline dönüştürülmüşlerdir. Yeni yönetmelikte “iş hemşiresi”nin adı bile yoktur; “yardımcı” olarak anılmaktadır. İki farklı tarihte çıkarılmış olan iki yönetmelikteki görev tanımlarının karşılaştırılmasını Kutu No.1’de görebilirsiniz.
-
Meslek hastalıkları bir sonuçtur. Gerekli gözetim görevlerinin yerine getirilememiş olmasının bir sonucudur. Bütün bunlara karşın, 2010 yılında 533 ve 2012 yılında 395 meslek hastalığı olgusu saptanabilmiştir. Beklenen olgunun 40.000-80.000 olduğu ülkemizde, bir çok meslek hastalığı, farkedilmeden/tanı konulmadan kaybolup gitmektedir.
ÇSGB’nin hekim-hemşirelere yönelik bu olumsuz yaklaşımı, onların da bu Bakanlık kadrolarınaa yönelmemelerini getirmiştir. Bu, yazımız boyunca gösterildiği gibi, uygulamada da “sağlık gözetimi” boyutunun zayıf kalmasına yol açmıştır. Bu yetersizliğin farkına varan, Bakanlık, son çıkarılan ve “Torba Yasa” olarak nitelenen yasaya bir madde ekleyerek, hekimlerin “çok” yüksek ücretlerle Bakanlık kadrolarında görevlendirmeleri olanağını elde etmiştir (3). Ama çok geç kalmıştır ve bu uygulamayla, bambaşka sorunlarla yüzyüze gelinecektir.
İşyeri sağlık hizmetlerinin temeli koruyucu hekimlik uygulamalarına dayanır. Hastalanan işçilerin tedavisi ise, belirli ölçüler içerisinde yapılır; sağlık gözetimine katkıda bulunduğu için, ikincil, ama önemli işlevlerden biridir.
Koruyucu hekimliğin, işyeri sağlık hizmetlerinde öne çıkması, ekip çalışmasını da doğal olarak öne çıkarır. Ülkemizde pek rağbet edildiği gibi tedavi hizmetlerinin doktorları yıldızlaştırıcı etkisinin tersine, koruyucu hekimlik hizmetlerinde yalnızca doktor değil, bir ekip ve bu arada işyeri hemşiresi önem kazanır.
Koruyucu hekimlik çalışmaları içinde, işe giriş-periyodik sağlık kontrolları çok önemlidir. Ama bu çalışmada, yalnızca bir doktor muayenesi uygulaması değil, işe özel incelemelerle mesleksel boyutun ortaya konulması gerekmektedir. İşe özel incelemelerin yer aldığı ve “destek” hizmetleri olarak nitelendirdiğimiz, akciğer filmi, kulak işitebilirlik testi (odyometri), akciğer fonksiyon testi (spirometri), kan ve idrar tahlilleri bunlar arasında sayılmalıdır.
Bulaşıcı hastalıklarla savaş çok önemlidir; bunun için portör raporu olarak bilinen ve “akciğer filminden, burun kültürüne; gaitada parazit incelemesine kadar” bir çok incelemenin yapıldığı bir çalışma gerçekleştirilmelidir. Yine koruyucu hekimlik çalışmaları içinde, aşı çok önemlidir. Tek bir aşı ile büyük hastalanmalarının önüne geçebildiğimiz düşünülürse (tetanoz, hepatit vb), insancıl ve ekonomik yönden kazanç büyüktür. Yine işçileri yakından ilgilendiren koruyucu hizmet konularından biri de, toplu beslenmedir. Yeterli ve dengeli beslenme programları, ancak bilinçli bir ekip tarafından yapılır ve insancıl-ekonomik getirileri tartışılmazdır. Koruyucu hekimlik hizmetlerinin içerisinde, eğitim bunları izler ve kaçınılmazdır. Çünkü eğitim aynı zamanda işçi-işveren katılımının da anahtarıdır. Eğitimsiz işçi-işverenlerin işyeri sağlık hizmetlerine katılımlarının istenmesi, onların “kulak dolma” konulara kilitlenmelerine ve işi sığlaştırmalarına neden olur. Bu bakımdan, işçi-işverenlerin sık sık, hem kendi işyerlerinde ve hem de bölgesel eğitim toplantılarına katılımları sağlanmalıdır. Böylece onların eğitim ve uygulama konusundaki isteksizliklerinin önüne geçmek gerekir.
2013 tarihli İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ile onu izleyen yönetmeliklerle getirilen hükümlere bakarak bu söylediklerimizle ne ölçüde bağdaştığına bakalım :
-
İşe giriş ve periyodik sağlık kontrolları : Her işçinin işe başlamadan önce işe giriş raporu alması gerekliliği, eskiden olduğu gibi önemle üzerinde durulmaktadır. Buna karşın, işe giren işçinin sağlık durumunu izlemenin en önemli aracı olan periyodik sağlık muayeneleri, işyerinin tehlikesine göre, yeniden düzenlenmiştir. Çok tehlikeli işlerde, yılda bir; tehlikeli işlerde üç yılda bir**; az tehlikeli işlerde beş yılda bir muayene yapılacaktır (4) .
BU YETERLİ DEĞİLDİR.
-
Portör raporları : 1930 yılında üç ayda bir yapılması öngörülen, daha sonra burun kültüründe gaitada parazit aranmasına kadar ayrıntılı olarak ilkeleri belirlenen, portör raporları tamamen kaldırılmıştır.***
BU DOĞRU DEĞİLDİR.
-
Aşı : Özellikle tetanoz aşısı, yürürlükten kaldırılan İşçi Sağlığı iş Güvenliği Tüzüğü’nde açıkça belirtilmiş olmasına karşın, yeni yönetmeliklerde, işyeri hekiminin görevleri arasında sayılmamaktadır. Yalnızca “bulaşıcı” hastalık olasılığı olan işyerlerinde, hastalık yayan etmenlere karşı -eğer- bir aşı varsa, uygulanması işveren sorumluluğu olarak tanımlanmaktadır (5).
BU YETERLİ DEĞİLDİR.
-
Beslenme : Özellikle, toplu beslenmenin yapıldığı çoğu işyerinde, işçinin harcadığı günlük enerjiye uyarak, yeterli ve dengeli beslenmesi sağlanmalıdır. Bu konuda, her kafadan bir ses çıkmakla birlikte, işyeri hekiminin yetkinliği tartışılmazdır. Ama, yeni yönetmeliklerde, işyeri hekiminin görevleri arasında sayılmamaktadır.
BU DOĞRU DEĞİLDİR.
-
Eğitim : Yeni yönetmeliklerin en çok üzerinde durdukları ve her fırsatta tekrar ettikleri konu eğitimdir. Ancak bu uygulamadan kopuk bir eğitimdir. Örneğin, bulaşıcı hastalık yönünden, hastalığın varlığını araştırmak yerine bu konuda hijyen eğitimi öncelik almıştır. (Nasıl iş güvenliği eğitiminde, o işyerine ilişkin fotoğrafların sergilenmesi yoluyla yapılan eğitim çok etkili oluyorsa, işçinin sağlık durumunu kullanarak yapılan sağlık eğitimleri o denli etkilidir. Ama “tozlu” işlerde çalışan işçilerin, akciğer filmlerinin çekilmesi, eskiden (6) 6 ayda bir öngörülmüşken; yeni yönetmeliklerde bu yükümlülük kaldırılmıştır.) İşçilerin sağlık güvenlik eğitimleri, ilgili yönetmelikte, çok geniş bir süreyi kaplamakla birlikte, bu öğrendiklerinin kendi bedenlerine yansımalarını ortaya çıkaracak olan röntgen vb tetkiklerle ilgili önermelere yönetmeliklerde hemen hemen hiç rastlanmamaktadır. Dolayısıyla, eğitim konusu “bilgi edinme / bilgilendirme” boyutuyla sınırlı kalmaktadır.
BU YETERLİ DEĞİLDİR.
-
Katılımcılık : Bakanlığın uyum amacında olduğu Avrupa Birliği iş sağlığı güvenliği mevzuatının ve Uluslararası Çalışma Örgütü ilkelerinin temelinin “katılımcılık” oluşturmaktadır. Bunun da ön koşulu, eğitimdir. Bu ilk adım konusunda ayrıntılı düzenlemelere başvuran Bakanlık, katılımcılık konusunu, temsilciler aracılığıyla, İş Sağlığı Güvenliği Kurulu’na katılmaya indirgemiştir. Ama bu konuda da bir geri adım atmış; daha önce ayda bir toplanan kurulun, tehlikeli işler yapan işyerlerinde bile iki ayda bir (az tehlikeli işlerin yapıldığı işyerlerinde üç ayda bir) toplanabileceğini öngörmüştür. Temsilcilerin (örneğin sendika temsilcisi), kurula, işyeri dışından “danışman /uzman” ile birlikte katılma olanağını tanımamıştır. 6331 sayılı yasa, tüm önlemleri işçi sayısı kısıtlaması olmaksızın tüm işyerlerine yayarken; ilgili Tüzük (6), iş sağlığı güvenliği kurullarının, yalnızca tüm işyerlerinin %2’sini oluşturan “elli ve daha fazla işçi çalıştıran ve altı aydan fazla süren sürekli işlerin yapıldığı işyerleri” ile sınırlı tutmuştur.
BU YETERLİ DEĞİLDİR.
Özetle,
İşyeri sağlık birimlerinin çalışmaları, mevzuatta “Sağlık Gözetimi” başlığı altında toplanmıştır. İşyeri hekimi ve işyeri hemşiresi ile birlikte diğer yardımcı elemanların da yer aldığı bu çalışmalar, ülkemizde 1930 yılından beri, elli ve daha çok işçi çalıştıran işyerleri için zorunludur. Bu birimlerin görev ve yetkileri, hem uluslararası ve hem de ulusal planda, uzun yıllardır işlenmiş ve ayrıntılandırılmıştır. Ancak eksik olan uygulamadır.
Her ne kadar işyeri sağlık birimlerinin koruyucu işlevi olduğu ve işçi-işveren katılımına çok önem verilmesi gerektiği söylense de, ülkemizde bu iki konu yaşama geçmemiştir. Bunun en temel nedeni işçi-işverenlerin isteksizliği ve iş denetiminin yetersizliğidir.
ÇSGB, katılım konusunu sıklıkla gündeme getirmekte, bunun için özel yönetmelikler düzenlemektedir. Ama bunun uygulamaya geçirilmesi konusunda da, geri adımlar atmaktadır. Örneğin: 23.12.2003 tarihli Gürültü Yönetmeliği’nin 12.maddesinde, “işçi, hekim .. tarafından işitme testi” isteyebileceği hükmü bulunmaktadır. Bilgi edinme hakkının ve katılımın yaşama geçirilmesi bakımından çok önemlidir. Ama bu hak, yeni çıkarılan ilgili yönetmelikte (7) yer alan “Çalışanlarının Görüşlerinin Alınması ve Katılımlarının Sağlanması (M.12)” ve “Sağlık Gözetimi (M.13)” bölümlerinde bulunmamaktadır.
İşçi-işverenlerin bu alandaki bilgisizliğini ve isteksizliğini giderecek araçlardan biri, bağlı oldukları üst örgütlerdir. Buna karşın, işçi sendikalarının ve meslek odalarının, iktidarlarca, bilinçli olarak zayıflatıldıkları unutulmamalıdır. İşçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarıyla meslek odalarının bu alandaki bilinçliliklerini ve etkinlik düzeylerini arttıracak olan “özerk nitelikli” bir ulusal iş sağlığı ve güvenliği kurumunun**** eksikliği her aşamada kendini hissettirmektedir.
Bunun ilk işaretlerinden biri, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nda, ilk haliyle, 30 Haziran 2013 yılında yürürlüğe girmesi beklenen “kilit” hükümlerin, çok tehlikeli-tehlikeli işyerlerinde 6 ay ve az tehlikeli işyerleri (ve kamu kuruluşlarında) 2,5 yıl ertelenmesidir. Bakanlığın kararlılığının sorgulanmasına, gecikmiş erteleme kararı dolayısıyla, keyfiliğin öne çıkmasına yol açmıştır. Bu kararda “katılımcılık” aranmamıştır. İsguvenligi.net web sayfası aracılığıyla (20.06.2013-21.07.2013 tarihleri arasında) yaptığımız ankete katılan 226 katılımcının %81’i böyle bir ertelemeye karşı olduğunu bildirmiştir.
Bütün bu sıraladıklarımız, giderek, küreselleşmenin ana ilkelerinden olan, “kuralsızlaştırma”nın (deregülasyon) ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Bir yandan, sanki “sıkı”lama ve “ileri” adımlar atılıyormuş hissi verilirken, bir yandan “keyfi”lik ve “göstermeci”lik öne çıkmaktadır. Bu da “öz” ile “söz” uyumsuzluğuna bir örnektir.
AÇIKLAMALAR :
* Birinci kilometre taşı, 1977-80 yılları arasında ÇB İşS Gn.Md. İş güvenliği müfettişlerince yürütülen çalışmalar … İkinci kilometre taşı, 1987 yılında TTB tarafından başlatılan işyeri hekimliği sertifika programı ve buna koşut olarak yürütülen örgütsel çalışmalar …
** İsguvenligi.net web sayfası aracılığıyla (22.07.2013-06.09.2013 tarihleri arasında) yaptığımız ankete katılan 119 katılımcının %74’ü bu düzenlemeyi olumsuz bulduğunu bildirmiştir.
*** Bunun yerine Milli Eğitim Bakanlığı’nca belirlenen kurullar içerisinde çalışanlara “Hİjyen Eğitim” yapılması; “Biyolojik Etkenlere Maruziyet Risklerinin Önlenmesi Hakkında Yönetmelik”te (RG. 15.06.2013 / 28678) düzenli aralıklarla (?) periyodik sağlık muayenesi yapılması öngörülmüştür. **** “İdari ve mali yönden özerk” bir Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Kurumu önerisi, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın hazırlık çalışmaları sırasında alt komisyonda, 2000 yılı DPT 8.Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu çalışmalarında vb ortaya çıkmış, ancak ÇSGB tarafından ısrarla benimsenmemiştir. (8)
KUTU NO. 1 |
İşyeri Hemşiresi ve Sağlık Memurunun Görevleri
Yürürlükten Kaldırılmış Olan
İşyeri Sağlık Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik
Resmi Gazete: 16.12.2003 Salı , Sayı: 25318 (Asıl)
Madde 30- İşyeri hemşiresi ve sağlık memurunun görevleri aşağıda
belirtilmiştir.
a. İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili sorunların saptanmasında, önceliklerin
belirlenmesinde ve yapılacak çalışmalarda işyeri hekimine yardımcı olur,
b. Çalışanların özellikleri ve sağlık düzeyleri ile ilgili veri toplar,
kaydeder, sağlık ve çalışma öykülerini işe giriş/periyodik muayene formuna
yazar ve işyeri hekimi tarafından yapılan fizik muayene sırasında hekime
yardımcı olur,
c. İşyerinde sağlık taramaları yaparak şüpheli vakaları hekime sevk
eder,
d. Gebe ve emzikli kadınların izlenmesi, zararlı maddelerden korunması
için çalışır; çocuk bakım hizmetleri ile ilgili çalışmaların planlanması,
yürütülmesi ve kontrolüne katılır,
e. Çalışanların hastaneye sevk işlemlerini sağlar, tedavisini izler ve
rehabilitasyon hizmetlerine katılır,
f. Yardımcı sağlık hizmetlerinin planlanması, değerlendirilmesi, izlenmesi
ve yönlendirilmesinde işyeri hekiminin önerileri doğrultusunda çalışır ve
gerekli kayıtları tutar,
g. İlk yardım hizmetlerinin organizasyonu ve yürütümünde işyeri
hekimine yardımcı olur.
h. İşyerinde çalışanların sağlık eğitiminde görev alır,
Diğer Sağlık Personelinin Görevleri
İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik
(Resmi Gazete : 20 TEMMUZ 2013 Sayı 28713)
(Madde 16)
MADDE 16 – (1) Diğer sağlık personeli işyeri hekimi ile birlikte çalışır.
(2) Diğer sağlık personelinin görevleri aşağıda belirtilmiştir:
a) İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin planlanması, değerlendirilmesi, izlenmesi ve yönlendirilmesinde işyeri hekimi ile birlikte çalışmak, veri toplamak ve gerekli kayıtları tutmak.
b) Çalışanların sağlık ve çalışma öykülerini işe giriş/periyodik muayene formuna yazmak ve işyeri hekimi tarafından yapılan muayene sırasında hekime yardımcı olmak.
c) Özel politika gerektiren grupların takip edilmesi ve gerekli sağlık muayenelerinin yaptırılmasını sağlamak.
ç) İlk yardım hizmetlerinin organizasyonu ve yürütümünde işyeri hekimi ile birlikte çalışmak.
d) Çalışanların sağlık eğitiminde görev almak.
e) İşyeri bina ve eklentilerinin genel hijyen şartlarının sürekli izlenip denetlemesinde işyeri hekimiyle birlikte çalışmak.
f) İşyeri hekimince verilecek iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili diğer görevleri yürütmek.
g) İşyerinde görevli çalışan temsilcisi ve destek elemanlarının çalışmalarına destek sağlamak ve bu kişilerle işbirliği yapmak.
II
İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİNİN İNSANSIZLAŞTIRILMASI
İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı savunan konuşmalarında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve yetkililer, Türkiye’deki iş kazalarının yüksekliğine ve ölümlere dikkat çekiyorlardı. Onları dinleyenler, kendisini suçlu hissediyordu. O güne kadar yasanın çıkmamış olmasından ötürü, bu kazaların önlenemediğine; bu yüzden yüzlerce insanın ölümünden sorumlu olduğunu düşünüyordu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 1993’te başladığı, sonra ara verdiği; tekrar 2004’te başladığı ve ancak 2012 yasayı çıkarma girişimlerini sonlandırabildiğini düşünürsek, bu duyarlılığı ve suçluluğu “Bakan ve yetkililerin” üstlenmesi gerekir. Yasa 20 Haziran 2012’te çıktı; ama yürürlük süreleri farklı farklı tarihler olarak belirlendi ve bir kez de ertelendi.
Bugün aynı Bakan, ÇSGB’nin başında … Ama gündem başka. işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının, elliden az işçi çalıştıran işyerlerinde (kısıtlı sürelerle de olsa) bulundurma zorunluluğu henüz yürürlüğe girmedi. Demek ki, Bakanlığın, yasayı dayandırdığı temel, işyerlerinin % 98’inde sallantıda. Ocak 2014’te bir kez daha ertelenip ertelenmeyeceği de (güvensiz ortamın sürüp sürmeyeceği) belli değil.
İlk ertelemeden önce, yaptığımız bir kamuoyu yoklamasında, yanıtlayan 255 kişiden, %70’i “6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın elliden az işçi çalıştıran işyerlerinde işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı çalıştırılmasıyla ilgili maddesinin yürürlüğe girmesinin ertelenmesi girişimleri”ni olumlu bulmadığını bildirmişti.
Daha önce yapılan ve 91 kişinin katıldığı bir kamuoyu yoklamasında ise, şöyle sorulmuştur : “İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın yürürlüğe konulması sürecinde, “Ben olsam … “ diye düşündüğünüz oldu mu? Aşağıdaki seçeneklerden hangisi size daha yakın geliyor?” Katılımcılardan yalnızca %7’si, “İlk iki yıl için işyeri hekimliği iş güvenliği uzmanlarının “en az görev süreleri”ni dörtte bire düşürürdüm.” seçeneğini işaretlemiştir.
Bunlar iş sağlığı güvenliği kamuoyunun, Bakanlığın attığı adımları doğru bulmadığını ortaya koymaktadır. Bu ısrarlı bir görüştür. Çünkü yine, www.isguvenligi.net sayfasında yürüttüğümüz ve “iş güvenliği uzmanları hakkında son yönetmelik değişikliklerini” konu alan anketimizde çıkan baskın görüş de aynı doğrultudadır.
Kamuoyunca onaylanmayan, yalnızca Bakanlığın attığı adımlar değil; aynı zamanda genel politikasıdır. Yapılan ankette “İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın yürürlüğe konulması sürecinde, ‘Ben olsam …’ diye düşündüğünüz oldu mu? Aşağıdaki seçeneklerden hangisi size daha yakın geliyor?” diye sorulduğunda :
- Her 100 C sınıfı belgelı başına 1 A sınıfı belgelı danışman atardım. (%35, 32 Oy)
- OSGB’lerin hizmetlerinin en az dörtte üçünü 50’den az işçi çalıştıran işyerlerine sunmalarını şart koşardım. (%24, 22 Oy)
- Sektörler temelinde altı aylık dönemler halinde başlatırdım. (%12, 11 Oy)
Katılımcıların yarıdan fazlası, politika araçlarının farklı kullanılması gerektiği üzerinde durmuştur.
İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, 20 Haziran 2012’de, kabul edildiğinde, kendisine bir yol haritası çizmişti :
-
İş güvenliği uzmanı yetiştirecek eğitim kurumları ve işyeri ortak sağlık güvenlik birimleri hemen kurulacaktı.
-
Elli ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülüğü zaten sürmekteydi.
-
1 Ocak 2013’te tüm işyerlerinde risk analizi raporu almaları beklenecekti.
-
30 Haziran 2013’te “çok tehlikeli ve tehlikeli” işyerlerinin tümünün, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı bulundurmaya başlayacaklardı.
-
30 Haziran 2014’te “kamu işyerleri ve az tehlikeli işlerin yapıldığı işyerleri”nde işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı uygulaması başlayacaktı.
-
Tarım vb işyerleri yasa kapsamında olduğu halde, bu alanda izlenecek yol ile ilgili tek bir kılavuz ya da işaret yoktu.
Bu yol haritası gerçekçi miydi? Hayır. Her ne kadar elliden az işçi çalıştıran, “çok tehlikeli+ tehlikeli” işyerlerinin “kamu işyerleri ve az tehlikeli işlerin yapıldığı işyerleri”ne oranı bilinmiyorsa da, tüm işyerlerinin % 98’ini oluşturan bu işyerlerini yasanın gerekliliğine ve uygulanabilirliğine inandırmak kolay değildi. Üstelik de bunun için, Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’nde rol alan örgütlerden de destek beklenmiyordu. ÇSGB, uygulamayı, tek başına ve kendi gücüyle yapmak istiyordu.
Bunun için, ÇSGB, “korku” salma yolunu seçti. 1 Ocak 2013’ten başlayarak, “1” (bir) işçi bile çalıştırsa, tüm işyerlerinin risk analizi yaptırma zorunluluğunu üzerine basa basa duyurdu. Hatta kapıcı çalıştıran apartmanlar için “risk analiz kılavuzu” bile yayınladı. Apartman kapıcılarında iş kazası sıklığı (ve ölümlü iş kazası) çok önemsiz bile olsa, Yasa’nın kentsel alandaki “herkes”e mal edilmesi amaçlandı. “Kapıcı çalıştıran her apartmanın bir de işyeri hekimi bulunduracağı” söylemi, başarısız aile hekimliği olgusu ile birlikte zihinlere yerleşti. Tepki ve telaşa yol açtı.
Böyle mi olmalıydı? Hayır.
*
2003 yılında yeni İş Yasası çıktığında, yıllardır beklenen bir adım atılmıştı : İşyerlerinde iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülüğü getirilmişti. 1930 yılından beri, “elli ve daha çok işçi çalıştıran işyerleri için koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini yerine getirmek (sağlık gözetimi) amacıyla işyerlerinin doktor bulundurması” zorunluydu. Ama çalışma ortamının sağlıklı ve güvenli hale dönüştürülmesi, tehlikelerin değerlendirilmesi ve önlenmesi (çalışma ortamının gözetimi) için görev yapacak teknik personel bulundurma zorunluluğu (Maden sektörünün dışında) yoktu. Bu görevler kısmen işyeri hekimlerinden bekleniyor; ama yerine getirilmiyordu. Bu görevlerin büyük bir bölümü de, “işveren yükümlülüğü” çerçevesinde, yasak savarcasına ve farklı (ve bu misyonu benimsemeyen) kişilerce karşılanmaya çalışılıyordu.
Bu bakımdan böyle bir adıma, yeni İş Yasası’nda yer verilmesi çok yerinde olmuştu. Ama sorun şuydu ki, Türkiye’de bu nitelikte personel hemen hemen yok gibiydi. Üniversitelerde, -yıllarca eksikliğine değinilmiş olmasına karşın- bu alanda insangücü yetiştirmeye yönelik kanallar açılmamıştı.
Bu eksikliği gidermek amacıyla ilk hata yapıldı : Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) teknik iş müfettişlerine (önce 3, sonra 8, sonra 10 yıl görev yapmış olma koşuluyla) görev verilmesi düşünüldü. Bu hataydı :
Çünkü
-
Teftiş ile uygulama arasına konulması gereken uzaklığı daraltıyordu.
-
Teknik müfettişlerin eğitim süreçleri, çırak-usta yöntemiyle, geleneksel bir biçimde yürüyordu. Buna karşın, çağdaş dünya “üniversite” eğitimini benimsemişti; akademik bakış açısı diye nitelenen geniş açılı, araştırmaya, yayına dayanan bir öğretim yaklaşımını benimsemişti.
-
Yıllarca, “en düşük” standardı öngören mevzuatın uygulanmasını izlemiş olmak, ileri doğru atılmış adımları özendirmek ya da desteklemek yönünde tavır geliştirmeyi engelliyordu.
-
Teftiş ilişkisinin, başından beri, eksik olarak, yalnızca, müfettişle işveren arasında bir ilişki olarak tanımlanmış olması; işçi katılımının ve işçi sendikalarının teftiş sürecine katılmasının önünde önemli bir engel olarak duruyordu.
Bu bir hataydı: Müfettişlerin, yeni yetiştirilecek iş güvenliği uzmanlarından çok daha bilgili olacağı varsayılarak, A,B,C sınıfı gibi yetkinlik katmanları oluşturulmuştu.
Böylece hatalar zinciri oluşmaya başladı. Yetkinlik katmanları oluşunca, işyerleri arasında da tehlike derecelerine göre katmanlar oluşturulması ve iş-insangücü katmanlarının eşleştirilmesi gündeme geldi. Bu da bir hataydı. Çünkü Türkiye’de o kadar çok “çok tehlikeli ve tehlikeli işyeri”, buna karşın o kadar az A ve B sınıfı belge alarak iş güvenliği uzmanlığı yapacak eleman vardı ki… Zaten bu tablo, Türkiye’nin ölümlü iş kazası sıklığında Dünya’da önde gelmesinden de belliydi. Ülkemizde, meslek hastalığının sıklığının çok yüksek olması beklenirken, bu rakkamlar da beklentilerin çok çok altındaydı.
Türkiye’de ilk kez iş güvenliği uzmanlık belgesi verileceği için, kısa kurslar (ve bunları verecek kurs kurumları) oluşturma yoluna gidildi. Kısa sürede C sınıfı belge sahibi, geniş bir kitle oluşturuldu. Merkezi bir sınav yapılarak, belirli bir standart tutturulmaya çalışılsa da, “sınav soruları kurs kurumlarından istenmişti” ve “öğrenciler sınavı başarmaya yönelik bir teknikle yetiştirilmişlerdi”. İşyeri stajları ise bir yasak savmaya dönüşmüştü.
A ve B sınıfı belgeli iş güvenliği uzmanına olan yoğun gereksinme, işte bu şekilde yetiştirilmiş C sınıfı belgeliler üzerinden giderilmeye çalışıldı. Bunların arasından, A ve B sınıfı belgelılar çıkarılmaya çalışıldı. Önce üç yıl sigortalı olarak görev yapan ve belirli dallarda üniversite eğitimi görmüş olanları “yetkilendirme” düşünüldü. Ama kısa sürede bunun çıkmazları görüldü. Bu kararın, daha mürekkebi kurumadan, “sigortalılık sürelerine” bakılarak, ama “ne konuda görev yaptığına bakılmaksızın” A ve B sınıfı sınava girebilecekleri öngörüldü. İlk sınav 21 Aralık 2013’te yapılacak.
Liyakat, deneyim vb kalkmış, başarı ölçütü olarak yalnızca sınavaları kazanabilmek alınmıştı. “Sınav için çalışma”, eğitimin en kötü biçimidir. Bu yalnızca, para kazanmak için iş yapmaya benzer ve “etik” başta olmak üzere bütün sosyal-kültürel getirilerin yitirilmesine yol açar.
2003 İş Yasası ile başlayan süreçte en önemli hatalardan biri, işyeri hekimliğinin sürekli ikinci plana itilmesi ve getirilerinin göz ardı edilmesi oldu. 2012’den sonra daha kuvvetle hissedilen bir büyük hata da, konunun sosyal yönünün sürekli ikinci plana itilmesi ve getirilerinin gözardı edilmesi oldu. Çalışma sürelerinden ücretli izinlere, çocuk-genç işçi çalıştırmadan kadın haklarına kadar bir çok konudaki kazanımlarla, iş sağlığı güvenliği yasası arasına “soğukluk” girdi. Bu doğal olarak “teknik” boyutun abartılmasına ve “çalışma ortamının gözetimi”ne daha büyük ağırlık verilmesine yol açtı. “İş sağlığı güvenliğinin insansızlaştırması projesi” dediğimiz olgu, böyle ortaya çıktı.
Her şeyi insansızlaştırıyoruz. İnsansız savaş aracı gibi. İnsanı da yalnızlaştırıyoruz. Örgütsüzlük gibi. Bu küreselleşmenin hedeflerinden. İnsanlar olmasa sanki daha mutlu olacaklar.
Bütün bu hatalar zinciri, ÇSGB’nin bir seçimiydi. Ama, bu hataların en başında, 2003 yılından başlayarak, bu alanda çalışan, demokratik kitle örgütllerine (STK) yönelik “kindar” yaklaşım gelmekteydi. Süreçte üç örgüt hedef alınmıştır : Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve İş Sağlığı Hemşireliği Derneği. 2007 yılında, Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’nde, ağırlıklı bir çoğunlukça dile getirilen “idari ve mali yönden özerk bir İş Sağlığı Güvenliği Kurumu” önerisinin de, aynı yaklaşımla gözardı edilmesi büyük bir hataydı.
Bütün bu hatalar zincirinin faturasını başta çalışanlar ve iş güvenliği uzmanları ödemektedir. Önce bu süreçte, çalışanların gördüğü zarara değinelim : İş güvenliği uzmanlarının etkili bir biçimde görevlerini yapamamaları, çalışma koşullarının sağlıklı ve güvenli hale getirilememesi, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının yine can yakmasına ve can almasına neden olmaktadır. Daha gözönünde olduğu ve çarpıcı-beklenmedik biçimde ortaya çıktığı için iş kazaları “iş cinayeti” olarak nitelenmekte… İş kazaları cinayet ise, meslek hastalıkları nedir? O zaman ona “seri cinayet” ve bunu yapana, göz yumana da “seri katil” demek gerek. İşte iş güvenliği uzmanlarının alıkonulduğu görev bunları önlemektir.
2003 ve özellikle 2010 yılı sonrası özel iş sağlığı güvenliği eğitim kurumlarının varlığı ile “iş güvenliği uzmanı yetiştiren kurslar” çok yaygınlaştı. İş güvenliği uzmanlık adayları, serbest piyasanın kucağına bırakılmıştı. Çok sayıda mühendis ve teknik eleman, C sınıfı belge aldı. Bu yoğun ilginin altında, yaygın işsizliğin yanında, “garantili iş olduğu” yönündeki söylentiler de etkili olmuştu.
Ancak birbiriyle çelişen üç uygulama iş güvenliği uzmanlarını zora soktu:
-
Bütün mühendislik dalları, teknik elemanlar, teknik öğretmenler ve iş sağlığı güvenliği meslek yüksek okulu mezunları özendirildiği için çok büyük bir insangücü birikimi ortaya çıktı. Bunda ÇSGB yetkililerinin “uzman sayısı yetersiz” paniğinin de önemli etkisi oldu (Buna karşın, geçiş sürecinin iyi yönetilmesi ile paniğe gerek kalmaksızın uygun insangücü planlaması yapılabilirdi). Bugün, işsiz olan bir çok iş güvenliği uzmanı vardır.
-
Geniş kitleler halinde iş güvenliği uzmanlığı yetkisi kazandırılan teknik elemanların, istihdam edilecekleri alanlarda kısıtlamalara başvuruldu :
-
Henüz yasanın kabulünden 3 ay geçmeden, yürürlülük sürelerinde erteleme kararı alınarak, iş güvenliği uzmanlarının, iş bulma olanaklarında büyük bir daralmaya yol açıldı.
-
Başlangıçta öngörülen “işyerlerinde bulunulması gereken en az süreler” hızla düşürülerek, iş alanları daraltıldı.
-
A ve B sınıfı belgeli iş güvenliği uzmanlığındaki niceliksel darboğazı aşmak için, “sigortalı çalışma süreleri” gözönünde tutularak C sınıfı belgelilere, üst katmanlara geçme olanağı verildi. Böylece aynı nitelikleri paylaşan uzmanlar arasında “yarışta eşitsizlik” yaratıldı.
-
Bilgi-deneyim konusundaki yetersizlikler, iş güvenliği uzmanlarının, işyerlerinde ve yaşanan iş kazalarında panik yaşamasına ve “alan uygulaması”ndan çok “evrak uygulaması”na yönelmesine yol açtı.
-
İş güvenliği uzmanlarına yüklenen görev-yetkiler ile tanınan güvenceler arasında büyük bir dengesizlik bulunmaktadır. Bakanlık sorumluluktan kurtulmaları için, işvereni “ihbar” etmeleri seçeneğini sunmakta; ama iş güvencesine ilişkin herhangi bir olanak getirmemektedir.
-
Mesleksel sorumluluk sigortalarını, iş güvenliği uzmanlarının kendilerinin yaptırması gerekmektedir ve bu karşılanamayacak kadar yüksek primlere ulaşmaktadır. Böylece iş güvenliği uzmanları bir kez daha serbest piyasanın kucağına bırakılmaktadır.
-
ÇSGB iş müfettişleri de, iş güvenliği uzmanının çalışmalarını yönlendirme konusunda ısrarcı ve baskıcı bir tutum içine girmişlerdir. Kendilerine A sınıfı belge hakkı tanınmış olmasının psikolojik etkisi ile işyerinde görev yapan iş güvenliği uzmanlarını kendi astları gibi görmektedirlerdir (Bakanlıktaki “üstat” nitelemesine uygun olarak). Onlara kendi uygulama planlarına yapmalarına olanak vermeden, durmadan yazılı doküman üretmek zorunda bırakmış olmaktadır.
Baştan beri saydığımız hatalar zinciri ve bunun alandaki sonuçları böyle. Siyasal iktidarın desteklediği bürokrasi, her şeyi kendi istediği ve bildiği tarzda biçimlendirmeye çalıştıkça, daha da batmaktadır. Çıkış yolu yok değildir. Bütün bu hatalardan ve çıkmazlardan çıkış yolu, “insan odaklı yaklaşım”dan geçmektedir.
Kısa erimde yapılması gerekenlerin şunlar olduğunu düşünmekteyiz :
İlk adım, iş güvenliği uzmanlarının aralarındaki katmanların kaldırılmasıdır. Her iş güvenliği uzmanı, her işyerinde görev yapabilmelidir. Ancak işyerlerinin (ya da iş güvenliği uzmanlarının), daha önce A, B sınıfı iş güvenliği uzmanı belgesi kazanmış olanlardan bir “danışman”dan yararlanma yükümlülüğü getirilmelidir. Demek ki, uygulamada iş güvenliği uzmanlarının denetimi, ÇSGB iş müfettişlerine değil, daha bilgili-deneyimli iş güvenliği uzmanlarına bırakılmalıdır.
İkinci adım, takım çalışmasının özendirilmesidir. Değişik meslek dallarında olan (elektrik, makine, inşaat, maden, kimya vb) uzmanların kendi aralarında ve tıp, sosyal bilimler alanındaki (işyerinde sağlık güvenlik çevre alanında deneyimli) uzmanlarla birlikte çalışmaları sağlanmalıdır. Bu OSGB (ortak sağlık güvenlik birimleri) çatısı altında “olmazsa olmaz” bir kural olarak konulmalıdır.
Üçüncü adım olarak, iş güvenliği uzmanlarının (ve OSGB’lerin) büyük ölçekli işyerlerini tercih etmelerinin önüne geçmek için mutlaka kota uygulamasına gidilmelidir. Yetkilendirmelerde, mutlaka %60 oranında elliden az işçi çalıştıran işyerlerinin bildirilmiş olması istenmelidir.
Dördüncü adım olarak, tarım alanında çalışmalara hızla başlanmalıdır. Hem tek tek iş güvenliği uzmanlarının ve hem de OSGB’lerin, tarım alanında gönüllü projeler yapmaları ve bunları raporlamaları istenmeli ve titiz bir biçimde izlenmelidir.
Uzun erimde ise:
Uygulamanın mutlaka yönetsel, bilimsel ve mali yönden özerk ve alanda çalışan tüm sosyal tarafların katılımı ile oluşturulacak bir kurum tarafından yönlendirilmesi sağlanmalıdır. Böylece ÇSGB, kendi temel işlevine çekilebilecek ve denetim işlevini yerine getirebilecektir.
III
İŞÇİ KATILIMI
“İşçi katılımı” kavramından anladığımız şudur : İş sağlığı güvenliği uygulamalarından doğrudan yarar sağlayacak olan işçinin, kendi haklarını koruyabilmesi; bunun için gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak üzere “etkin” olabilmesi ve ısrarlı “hak arama” çabalarından zarar görmemesinin sağlanması. Bu sağlandığı ölçüde işçilerin deneyimleriyle uygulama zenginleşecek; ısrarlarıyla sürdürülebilir olacaktır.
2003 yılında çıkarılan İş Yasası ile 2012 yılında çıkarılan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, Türkiye’de iş sağlığı güvenliği uygulamaları yönünden çok önemli kilometre taşlarındandır. Ancak AKP iktidarının genel çizgisine yapışan öz-söz tutarsızlığı, burada da kendisini göstermiştir. Her ne kadar işçilerin sürece katılımı çok önemseniyor gibi görünse de, mevzuata, işçi katılımıyla ilgili hükümler konulsa da, uygulamada bu konuda adımlar atılamamaktadır. Çünkü, katılımın sağlanmasının ön koşulları yerine getirilmemektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, alanı yakından ilgilendiren 155 ve 161 sayıılı sözleşmeleriyle AB direktifleri, büyük bir açıklıkla işçilerin ve temsilcilerinin katılımını zorunlı kılmaktadır. Buna karşın, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ile Avrupa Birliği’nin 89/391 sayılı Çerçeve Direktifi’nin söylemleri arasında eksen farkı vardır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 6331 s.k.’nu çıkarırken, sürekli olarak Avrupa Birliği’ne söz verildiğini ve Çerçeve Direktif’e uygun bir yasa çıkarılmasının zorunlu olduğunu söylemişti. Buna karşın, Çerçeve Direktif incelendiğinden, sorunu çözmek için “işçi katılımı” mekanizmasına dayandığını; buna karşın, 6331 s.k.’nun sorunu çözmek için “işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı bulundurulması” mekanizmasına dayandığını görmekteyiz. (Fişek A.G., 2012) Bu da, ülkemiz uygulamasında işçi katılımını ikinci plana itmektedir.
Acaba bu değerlendirmelerimiz ne ölçüde gerçekçidir ? Acaba bu değerlendirmeleri yaparken, haksızlık yapılmakta mıdır? Bunu anlayabilmek için önce “kağıt (mevzuat)” üzerinde atılan adımlardan başlamak üzere uygulamaya bakmakta yarar vardır.
I
Önce “Söz”den başlayalım :
4857 sayılı İş Yasası, elliden çok işçi çalıştıran işyerleri için işyeri hekimine ek olarak, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hemşiresi bulundurulmasını zorunlu kılmıştı. Ancak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB), bunların aldıkları “yetkinlik (uzmanlık) eğitimi”ne el atmak istemesi, “katılım”cı mekanizmaların kilitlenmesine neden olmuştur.
Kilitlenmeler ve ısrarlar, hazırlıklarına önce 1995 yılında “Mesleksel Sağlık ve Güvenlik Yasası” adıyla başlanan, daha sonra 2004 yılında çalışmaları yeniden canlandırılan “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası”nın, gecikerek, ancak 2012 yılında TBMM’de kabul edilmesini getirmiştir.
6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası, işçi katılımı adına şunları getirmektedir :
-
Bilgi edinme hakkı ve eğitim : 6331 s.k. 4.maddesi işçilere, bilgi verilmesi ve eğitim yapılmasını, bir işveren yükümlülüğü olarak tanımlamaktadır.
-
Görüş alma ve kararlara katılma : Yasanın 18.maddesi, işverenin, hangi konularda, işçilerin ve temsilcilerinin görüşlerini alması gerektiğini sıralamaktadır.
(1) İşveren, işçilere ve temsilcilerine şu imkanları sağlar :
a) İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili konularda görüşlerinin alınması, teklif getirme hakkının tanınması ve bu konulardaki görüşmelerde yer alma ve katılımlarının sağlanması.
b) Yeni teknolojilerin uygulanması, seçilecek iş ekipmanı, çalışma ortamı ve şartlarının çalışanların sağlık ve güvenliğine etkisi konularında görüşlerinin alınması.
(2) İşveren, destek elemanları ile çalışan temsilcilerinin aşağıdaki konularda önceden görüşlerinin alınmasını sağlar:
a) İşyerinden görevlendirilecek veya işyeri dışından hizmet alınacak işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve diğer personel ile ilk yardım, yangınla mücadele ve tahliye işleri için kişilerin görevlendirilmesi.
b) Risk değerlendirmesi yapılarak, alınması gereken koruyucu ve önleyici tedbirlerin ve kullanılması gereken koruyucu donanım ve ekipmanın belirlenmesi.
c) Sağlık ve güvenlik risklerinin önlenmesi ve koruyucu hizmetlerin yürütülmesi.
ç) Çalışanların bilgilendirilmesi.
d) Çalışanlara verilecek eğitimin planlanması.
-
“Yaşamı tehdit eden yakın tehlike” durumunda, işçinin işi yapmayı reddetme hakkı Yasa bilgi edinme ve eğitim hakkını tüm işçilere tanımakta; ama katılım mekanizmalarını daha çok destek elemanları ve işçi temsilcileri üzerinden kurmaktadır. Önlemlerin yetersizliğini anlatmak için, bireye düşen, sözel serzenişlerin ötesinde, “ciddi ve yakın tehlike” gördüğünde işi bırakmaktan başka seçenek gösterilmemiştir. 1967 yılında Makine Koruyucuları Hakkındaki ILO Sözleşmesi’nin kabulü ile mevzuatımıza giren bu hak, o tarihten bu yana hiç kullanılmamıştır. Bu kez, tüm işlerde çalışan işçiler için getirilmekte ve hakkın kullanımı varsa İşyeri İş Sağlığı Güvenliği Kurulu’nun yoksa işverenin onayına bağlamaktadır. Ancak “iş bırakabilmek için” tez davranılmasının gerektiği durumlarda bu onay aranmamaktadır. 6331 s.k. Çıktığı günden bu yana, yaklaşık 20 ay geçmiş olmasına karşın, her hangi bir uygulama ya da uzlaşmazlığa rastlanmamıştır.
-
İşyeri iş sağlığı güvenliği kurulu : Elli ve daha çok işçiyi, 6 aydan fazla sürekli olarak çalıştıran işyerlerinde kurulması zorunlu olan iş sağlığı güvenliği kurulunda, işçilerin de bir temsilcisi bulunmaktadır. Doğal olarak yukarıda öngörülen işveren yükümlülüklerinin yerine getirileceği ortamlardan biri de bu kurullardır. Kurulda işçi temsilcilerinin yer almış olması şunları getirmiştir : Her şeyden önce, yaşanan “ramak kala olguları”nın günyüzüne çıkarılması sağlanabilecektir. İşçilerin tek tek aktaramadıkları yakınmaları, saptamaları ve önerileri duyurulabilecektir. İşçilerin hakları korunabilecektir.
-
İşçi temsilciliği : Tüm katılım mekanizmasının odağında yer aldığı için oldukça önemli bir işlevi vardır. İşçilerin bilgilendirilmesi, yönlendirilmesi ve eğitilmesi konusunda da söz sahibidir. Ama seçimi, oylama ile olabildiği gibi, atama ile de olabilmektedir. Bu da onun bağımsızlığına gölge düşürmektedir. İşçi temsilcisinin, işlevini yerine getirebilmesi için, bilgili ve deneyimli olması gerekmektedir; gelişmeleri izlemesi, en iyi uygulamalardan ders çıkarması gerekmektedir. Ama bilgilerinin kaynağı yalnızca işverenin, işyeri hekiminin, iş güvenliği uzmanının bilgi dağarcığı ile sınırlıdır. Bu yeterli midir? Hayır.
İşçi temsilcisinin katılımı ile ilgili sınırlılıklardan biri de, birlikte çalıştığı işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının gördüğü eğitimin çerçevesinden kaynaklanmaktadır. İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı, temel olarak, 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası ve bağlı yönetmelikleri konusunda eğitilmektedir. Buna karşın, iş sağlığı güvenliğinin, 6331 sayılı yasa dışında yer alan ve 4857 sayılı İş Yasası’nın kapsadığı alanları da vardır (çalışma süreleri, ücretli izinler, kayıt dışı çalışmalar, en düşük çalışma yaşı vb).
II
Sıra geldi “Öz”e :
Ülkemizde “ısrarlı hak arama çabaları” sempati ile karşılanmamaktadır. Bireyin yürüttüğü mücadele ise, genellikle güçlüler tarafından kolayca bastırılabilmektedir. Kaldı ki, zaman içerisinde, işçinin haklarını savunan örgütlerin de çok zayıfladığı, mücadele çizgisini koruyamadığı ve “varlığını savunma cephesi”ne kadar çekildiği görülmektedir. Demek ki, “işçi katılımı” olgusunu değerlendirirken, yalnızca iş sağlığı güvenliği ile sınırlı kalmamak ve ülkenin genel iklimini sorgulamak gerekmektedir.
ÇSGB’nin 4857 sayılı İş Yasası sonrası, işyeri hekimliği, iş güvenliği uzmanlığı ve iş hemşireliği yetkinlik belgelerinin (sertifika) kendisi tarafından verilmesi ve/veya onaylanmasını ısrarının üzerinde duralım. Bu önce danışma mekanizmalarının sonra 2005 yılında kurulan Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi’nin kilitlenmesine neden olmuştur. Bakanlık neden ısrarla “yetki”yi kendisinde toplamak istemiştir ? AKP iktidarının “dedim dedik, çaldığım düdük” yaklaşımının ötesinde, alanda çok etkili olan Türk Tabipleri Birliği gücünün kırılması temel hedef olmuştur. Bakanlığın bu direncinin etkili olmasında, Türk Tabipleri Birliği’nin yaptığı kimi hataların da payı vardır; ancak bu ayrı bir yazı konusudur.
Bireyin ve hükümet dışı kuruluşların katılım mekanizmalarında yer almasında, “yargı” önemli bir yer tutar. Çünkü hakların aranması ve “insan hakları”nın korunmasında başvurulacak en önemli organ yargıdır. Bu dönemde, özellikle Türk Tabipleri Birliği, TMMOB, İş Sağlığı Hemşireleri Derneği’nin, Yönetmeliklere karşı açtığı davalarda, Danıştay’ın yürütmeyi durdurma ve yönetmelikleri iptal kararları da kilitlenmede çok etkili olmuştur.
Danıştay kararlarının temelinde, genellikle, şu saptama yatmaktadır : “…Yasada gösterilen amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin her aşamada alınacak önlemler bakımından içeriği belli, somut ve etkin kurallar halinde düzenlenmediği; soyut ve doğrudan uygulama gücü olmayan bir biçimde ifadelendirildiği, risklerin önlenmesi, değerlendiriilmesi ve mesleki riskler konusunda standartların belirlenmediği, işçi ve işveren kesiminin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine yönelik yeterli koruyucu hükümleri içermediği, herkesin farklı yorumlayabileceği şekilde düzenlendiği, uygulamada karışıkıklığa ve duraksamaya neden olabileceği…” (Centel T., 2006:5)
Acaba, bu yüzden Danıştay mı eleştirilmelidir ? Hayır. Sorulması gereken iki soru şudur:
1) ÇSGB, neden katılımcı bir yaklaşım yerine otoriter bir yaklaşımı benimsemiştir? Bunun yanıtı AKP hükümetinin yönetim yaklaşımında saklıdır.
2) ÇSGB, neden, eskiden olduğu gibi “Tüzük” çıkarma yoluna başvurmayıp, “Yönetmelik”leri sıralamayı yeğlemiştir? Aslında bir kez, yürütmesi durdulan yönetmeliği aynı metniyle tüzük olarak çıkarmayı denemiş; ama metin yetersiz bulunarak iade edilmiştir. Bunun üzerine Bakanlık, yeniden yönetmelikler çıkarma yoluna gitmiştir.
Yönetmeliklere başvurmanın tek nedeni “kolaycılık”tır. Çünkü yönetmelikler, Bakan imzası ile, bir gecede hazırlanıp Resmi Gazete’de yayınlanabilmektedir. Buna karşın “Tüzük”ler, uzun bir süreçte, Danıştay’ın kılı kırk yaran incelemelerinden sonra ortaya çıkabilmektedir. Yönetmeliklerde bir çok hata ve haksızlık olabilmekte; o da hızla değiştirilebilmektedir. Böylece olay, bir “yap-boz”oyununa dönmektedir. Buna karşın “Tüzük”ler yanlışsız çıkmakta ve değişebilmesi uzun zaman alabilmektedir. Hangisini yeğlemeli ? Risk grupları listeleri, eşik sınır değerler gibi, sıkça değiştirilebilecek olan ender konularda yönetmelik yolu seçilirken; kalıcı ilkeler içeren çoğu konularda “Tüzük” yolu yeğlenmelidir. Keyfi yönetimin önüne geçmenin başka yolu yoktur.
Bugüne kadar, işyerlerinde iş sağlığı güvenliği konusunda, en baskın güç Bakanlığın iş teftişi olmuştur. İş teftişi uygulamayı yönlendirmiş ve alanda en etkin öğretici olmuştur. Bu çalışmanın en önemli belgesi de, işyerlerine bırakılan “tutanak” olmuştur. Ancak gelin görün ki, bu tutanağı, “işçi temsilcisi”nin imzalaması beklenmemektedir. Yalnızca işveren ile iş müfettişi arasında tutulan ve işçi temsilcisine bir örneği verilmeyen bir belgeyle karşı karşıyayız. Bilgi edinme talebi olmaksızın, imza attığı tutanağın bir örneğini alma olanağından, işçi temsilcisi yoksun bırakılmaktadır. Bu da Bakanlığın, işyeri teftişinde, işçi temsilcisini yok saydığının en belirgin kanıtıdır.
ÇSGB, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ile ilgili hazırladığı taslağı, 2005’te kurulan Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’ne getirmiştir. Konsey’de oluşturulan iki çalışma grubundan biri “yasa tasarısı” üzerinedir. Konuyla ilgili, hükümet dışı kuruluşların yanı sıra kamu kuruluşlarından gelen temsilcilerin de yer aldığı “çalışma grubu”, bir türlü Bakanlığın istediği metine onay vermemiştir. 2007 yılı bahar ayında tıkanmanın aşılması amacıyla, Bakanlık, çalışma grubu üyelerine, hep birlikte ya da gruplaşarak çözüm üretme seçeneğini sunmuştur. Bunun üzerine TTB, TMMOB; DİSK, Türk-İş, KESK, Kamu-İş, Hak İş, Fişek Enstitüsü birlikte çalışmaya başlamışlardır. Bu süreçte TİSK ile sürekli iletişim halinde olunmuştur. Daha sonra Kamu-İş ve Hak-İş’in ayrılmış; grup yasa taslağı çalışmalarını “Öneri” başlığı altında somutlayarak Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi’ne sunmuştur. Öneri’nin özü, İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın başarılı olabilmesinin ön koşulunun, katılımın güçlendirilmesi ve “idari mali yönden özerk” ve güçlü bir Kurum’un uygulamayı yönlendirmesidir (Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Kurumu). Bakanlık bu öneriyi yerinde bulmamış ve tartışmaya bile açmamıştır. Tartışmanın sürdürülmesi önerisi ile, 8’e karşı 8 oyla reddedilmiştir (Başkan oyu iki sayıldığı için). Bu sonuç, Konsey’in güvenirliğini büyük ölçüde zedelemiş ve bundan sonraki dönem çalışmalarını da olumsuz etkilemiştir. Bugün bile Konsey, kendisinden beklenen işlevi yerine getirmekten uzaktır.
6331 s.k.’nun getirdiği “işçi katılımı” mekanizmaları uygulamada nasıl çalışmaktadır :
ÇSGB, başarının temel anahtarı olarak gördüğü işyeri hekimi, işyeri hemşiresi ve iş güvenliği uzmanı için “eğitim kurumlarından” eğitim almayı ve yetkinlik belgesi edinmeyi koşul olarak koyarken; işçi temsilcisinin eğitim düzeyini, işverenin verdiği kadarı almakla sınırlı tutmaktadır. Dolayısıyla, önerileri, itirazları ve katılımları ancak “dar” dünyası içerisinde olabilecektir. Bu da katılımın başarısızlığını getirecektir. ÇSGB, Avrupa Birliği Çerçeve Direktifi’nin tersine, katılımı, başarının temel anahtarı olarak görmediğinin en önemli kanıtı budur.
İşyerlerinin % 98’ini oluşturan elliden az işçi çalıştıran küçük işyerlerinde, iş sağlığı güvenliği kurulu kurma ya da bölge düzeyinde kurulacak bir danışma kuruluna katılma seçeneği olmadığı için, işçi temsilcisi ile teknik elemanların yapacakları tüm çalışmalar, ayak üstü yapılacaktır.
Öte yandan yasanın, katılım mekanizmalarını, işçi temsilcileri üzerinden kurduğunu düşünürsek, işçi temsilcisinin nitelikleri önem kazanmaktadır. İşçi temsilcisinin nitelikleri ile ilgi incelememizi ilerletmek için, “İş Sağlığı ve Güvenliği ile İlgili Çalışan Temsilcisinin Nitelikleri ve Seçilme Usul ve Esaslarına İlişkin Tebliğ”in (RG. 29.08,2013/28750 tarih sayı) 6.maddesine bakalım :
Bir çalışanın, çalışan temsilcisi olabilmesi için aşağıdaki nitelikle sahip olması zorunludur : (a) İşyerinin tam süreli daimi çalışanı olmalıdır. (b) En az üç yıllık iş deneyimi bulunmalıdır. (c ) En az ortaokul düzeyinde öğrenim görmüş olmalıdır. Eğer sendika temsilcisi ise, ya da o işyerinde uygun nitelikte eleman yoksa, bu nitelikler de aranmaz.
ÇSGB’nin işçi temsilcilerinin de, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı gibi, zamana yayılmış bir eğitim görmesini zorunlu kılmamış olması bir eksikliktir. Buna karşın, tüm işçilerden, mesleğini yapabilecek yetkinlikte olduğunu kanıtlayan “mesleki eğitim belgeleri” istenmektedir. Deemekki, işçi temsilcisinin, iş sağlığı güvenliği alanındaki çalışması önemsenmemektedir.
Bir başka eksiklik de, işçi temsilcisinin öncelikle ilgi duyacağı “sosyal haklar”alanının kapsam dışında bırakılmış olmasıdır. Bu, Yasanın “iş sağlığı güvenliği” alanını, “çok bilimli bir alan” olarak görmemesinden kaynaklanmaktadır. Mühendislik bilimlerinin bir çok branştan oluşmuş olmasının çok ötesinde, iş sağlığı güvenliğinin sosyal bilim alanını ilgilendiren bir çok yönü bulunmaktadır. Bunların başında 4857 sayılı İş Yasası’nda yer alan ve işçilerin “sosyal” sağlığı ile ilgili olan en az ücret, sigortalı çalışma, iş güvencesi, vardiyalı çalışma, günlük-haftalık çalışma süresi, yıllık ücretli izinler vb konuları kapsam dışı bırakmıştır (ya da bu konuda eğitim olmayan başka kişilere bırakmıştır). Yasa, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı yanında bir de “sosyal haklar danışmanı” bulundurmayı bir işveren yükümlülüğü olarak tanımlamalıydı.
İşyerlerinde katılım mekanizmasının işleyebilmesinin temel koşulu, sosyal hakların verilmiş olmasıdır. Bunun için de, her şeyden önce bunları izleyecek bir görevlinin (yetkinlik belgesi ile tanımlanmış) işyerinde bulunması gerekmektedir.
Böylece iş sağlığı güvenliğinde bir takım oyunu ortaya çıkmış olur. İşçi temsilcisi de, bu görevliler ile işçiler arasında köprü olur.
III
Varılan noktada atılması gereken acil adımlar şunlardır :
-
İşçi temsilcileri, işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarına benzer bir eğitim sürecinden geçirilmelidir.
-
İş sağlığı güvenliğinin, sosyal yüzünü ortaya koyacak ve uygulamanın eksik ayağını tamamlayacak “sosyal haklar görevlisi” tanımlanmalı ve işyerlerinde istihdamı zorunlu kılınmalıdır.
-
İdari, mali yönden özerk İş Sağlığı Güvenliği Kurumu’nun kurulmalıdır. Kamunun desteği, hükümet dışı kuruluşların da belirleyiciliği ile uygulama planları hazırlanmalı ve zor kullanarak yasaların uygulanması değil, toplumun kalbinde savaşın kazanılması gerekmektedir. İşçi-işveren temsilcilerinin, işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının örgütlendiği üst-örgütlerden oluşan böylesi bir kurum, işyeri düzeyindeki uygulamalarda, çok önemli bir güvence kaynağı olacaktır. Saydığımız, görevlilerin, işlerini “bağımsız” ve “mesleki özgürlük” içinde yapabilmelerine olanak sağlayacaktır. Deneyim alışverişine olanak verdiği gibi, bilgi ve hizmet desteği de sağlayabilecektir.
IV
KÜRESELLEŞMENİN ÇIKMAZI : İŞÇİ SENDİKALARI
Avrupa Birliği Çerçeve Direktifi’nin (89/391) üzerinde ağırlıkla durduğu iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümünde işçi katılımı, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve sonrasında hakkettiği yeri bulamamıştır.
6331 sayılı yasa hala iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümünde tepeden inmeci yaklaşımların başarılı olacağına inanmaktadır. Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) iş müfettişlerinin ceza tehdidinin, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının işyerindeki “tek yanlı ve buyurgank” çabalarının, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önüne geçeceği varsayımı, yasa koyucuda da vardır.
Www.isguvenligi.net aracılığı ile yaptığımız ankette konuyla ilgilenenlerin bu beklentiye kapılmadıkları anlaşılmaktadır. “Tek başına işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdamının sağlanması, işyerlerinde iş kazalarıyla meslek hastalıklarının önüne geçer mi?” sorusuna verilen yanıtların dağılımı şöyledir (Erişim : 10 Kasım 2014) :
-
Hayır (% 51, 262 Oy)
-
Evet (%23, 117 Oy)
-
Zaman gerekli. (%18, 93 Oy)
-
Amaç o değil ki. (%8, 45 Oy)
Toplam Oy Veren Sayısı: 517
O zaman, iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümü için, eksik olandan ya da yapılmayandan yola çıkmak gerekir. Eksik olan ve yapılmayan, çözümde sorunun asıl sahibi olan “işçi”lerin desteğinin ve katılımının sağlanmış olmasıdır. Avrupa Birliği Çerçeve Direktifi ve diğer Direktifler ile ILO Sözleşme ve Tavsiye Kararları, işçi katılımını önemsemektedir.
O zaman ülkemizde, işçi katılımını sağlayamamanın nedenleri üzerinde durmak gerekmektedir :
-
İşçilerin düşünmesi istenmemektedir.
-
İşçilerin ülke sorunlarında çözüm ortağı olması istenmemektedir.
-
“İşsizliği besleyen politikalar” ve “iş güvencesizliği” ile işçiler korkutulmaktadır.
-
İşçilerin çözüm çabalarında, örgütlenmeleri hele hele sendikalaşmaları istenmemektedir.
-
Birlikte hareketler ya da örgütlenmeler şiddetle cezalandırılmaktadır.
-
Öte yandan işçilerden
-
Risk değerlendirme ekiplerinde görev almaları
-
İş sağlığı güvenliği kurulu toplantılarına katılmaları
-
Hayat tehlike anında iş bırakmaları
-
İşyerinde iş sağlığı güvenliği konusundaki eksikleri bildirmeleri beklenmektedir.
Görüldüğü gibi, işçilerden istenen davranışlarla istenmeyenler arasında (öz-söz) tutarsızlık vardır.
Yukarıda saydığımız beklentiler, iş hukukunun temel ilkeleri ile de çelişmektedir. Çünkü ekonomik yönden zayıf olan işçilerin, ekonomik yönden güçlü işveren karşısında korunması, “iş hukuku”nun temelini oluşturur. Bunun için, “işçi lehine yorum”, “örgütlenerek haklarını koruma olanağı”, “toplu iş sözleşmeleri yoluyla yönetim ve denetim katılma olanağı” ve “grev” bir hak olarak kabul edilmektedir. Bütün bunlar, işverenin “kar”ını sınırladığı için, küreselleşmenin hedef tahtasındadır. Salt bu nedenle, iş sağlığı güvenliği yasası, “teknik” bir belgeye dönüştürülmüştür. Bu yüzden, çok bilimli bir alan olan iş sağlığı güvenliğinin sosyal bilimler ile olan ilişkisi gözardı edilmiştir. Çalışma sürelerinden vardiya çalışmasına, haftalık- yıllık izinlerden istihdama kadar bir çok konu kapsam dışı bırakılmıştır. “Sosyal haklar” alanını oluşturan bu konuların, tıpkı işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı gibi, bir “sosyal haklar görevlisi” tarafından izlenmesi ve geliştirilmesi beklenmelidir.
O zaman, irdelenmesi gereken, “küreselleşme” ile “iş sağlığı güvenliği” arasındaki çatışmadır. Küreselleşme, “merkez” ülkelerde iş ve çevre koşullarını geliştirirken, “çevre” ülkelerde tersine bu koşulların “olumlu” kılınmasına karşı direnmektedir. “Çevre” ülkeler arasında yer alan Türkiye’de hala ölümlü iş kazalarının bu denli yüksek bir sıklıkla görülmesinin temel nedeni budur.
İşçi düşünmezse, gördüklerini dile getirmezse, hakkını korumazsa, “işçiyi koruyan yasa”ların gereği nedir?
Eğer ülkemizde, iş sağlığı güvenliğinin sağlanması isteniyorsa, işçilerin sendikalaşması, sendikaların iş sağlığı güvenliği konusunda işçilerini eylemli kılmaları sağlanmalıdır. Bu neden çözümdür :
-
İş sağlığı güvenliğinin “insansızlaştırılması”nın yerine, “insan odaklı” bir yaklaşım gelecektir.
-
“Önce insan” ilkesi, çözüm için atılan adımların yönlendiricisi olacaktır.
-
Çünkü bugün genelde işçiden “edilgin” bir tavır beklenirken; iş sağlığı güvenliği konusunda etkin bir tavır beklenmektedir. Bu çelişki giderilecektir.
-
İşyerinde iş sağlığı güvenliği sorunlarını dile getirirken, iş güvencesizliğinin baskısını üzerinde hissetmemesi sağlanacaktır.
-
İşçiler, birlikte düşünme, tartışma olanağı bulacak, sivrilikleri törpüleyecek, olgun çözümler üretebilecektir.
-
Bireyci ve keyfi işçi davranışları (ve disiplinsizlikleri) törpülenecektir.
Bu süreçte, etkin bir rol almak, işçi sendikalarının hem varlıklarını korumak ve hem de çalışma yaşamındaki yerlerini geliştirmeleri için büyük bir fırsattır. Ancak, egemen olan “ücret artışı öncelikli” sendikacılık anlayışının bırakılması; mücadele eksenlerinden biri olarak “sağlık güvenlik çevre”nin alınması; bunu sağlayabilmek için de yeniden yapılanmaya gidilmesi gerekmektedir.
İşçi sendikaları, bu fırsatı bir kez, “çocuk işçiliğin sona erdirilmesi” sürecinde yakalamışlar; ancak sürece etkin katılımlarını karşın, tabana indirmeyerek, fırsatı kaçırmışlardı. Halbuki o tarihte, tabana indirilen “çocuk işçiliği önleme çabaları”, hem çalışma koşullarının geliştirilmesi yönünde ve hem de ülke çapında sosyal politikanın yükseltilmesinde büyük bir avantaj sağlayacak; sendikaların varlıklarını korumalarını ve çalışma yaşamındaki yerlerini geliştirmelerini sağlayacaktı.
İşçi sendikalarının, iş sağlığı güvenliğinin sağlanmasında başarılı sonuçlar alınmasına yol açması, bu alanda yol alınmasını içtenlikle isteyen devlet makamları ve işveren çevreleri için de büyük bir fırsattır. Bundan ötürü, onların da bu katılım sürecini canı gönülden desteklemeleri gerekir.
İşçi sendikalarının, iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümünde başarılı olabilmesinin birinci koşulu, temsilcilerinin en az işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları kadar bu alanda yetkin hale getirilmesidir. İkincisi de, kendi örgüt yapılarını ve mücadele tekniklerini gözden geçirmeleridir.
İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın 3.maddesi “İş sağlığı güvenliği konusunda işveren önlemleri alır: işçi de buna uyar” şeklindeki tepeden inmeci mantığın yerine, “İşyerinde iş sağlığı güvenliğinin sağlanması konusunda işçi-işverenler birlikte karar alır ve uygulamanın sorumluluğunu paylaşırlar” hükmü gelmelidir. O zaman, iş kazası meslek hastalıkları istatistiklerinde yüz güldürücü sonuçlar elde ederiz. O zaman, çıkardığımız yasaların, uygulamaya geçmediği, tozlu raflara kaldırıldığı, öz ile söz tutarsızlığı içinde olduğumuz vb eleştirilerden kurtuluruz.
KAYNAKLAR :
-
Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğü (Resmi Gazete : 27 AĞUSTOS 1948 Sayı 6993)
-
Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğü (Resmi Gazete : 9 NİSAN 1973 Sayı : 14502)
-
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (Resmi Gazete : 2 AĞUSTOS 2013 Sayı : 28726)
- İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete : 20 TEMMUZ 2013 Sayı 28713)
- Biyolojik Etkenlere Maruziyet Risklerinin Önlenmesi Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete : 15 HAZİRAN 2013 Sayı : 28678)
- İşçi Sağlığı İş Güvenliği Tüzüğü (Yürürlükten kaldırıldı – Resmi Gazete : 11 OCAK 1974 Sayı : 14765)
- Çalışanların Gürültü ile İlgili Risklerden Korunmalarına Dair Yönetmelik (Resmi Gazete : 28 TEMMUZ 2013 Sayı : 28721)
-
Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurumu – Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim Eylem Merkezi Vakfı Yayını, Temmuz-Ağustos 2007, Sayı 93 s.20.
-
Fişek A.G. (2012) : İş Sağlığı Güvenliği Yasası, Çalışma Ortamı Dergisi, No.123
-
Centel T. (2006) : İş Sağlığı ve Güvenliği Alanındaki Son Gelişmeler, Sicil Dergisi .