AYÇE ÇELİKER
Bin dokuz yüz seksenlerden günümüze, modası geçmeyen kavramlardan biri de “çevrecilik”… Artık pek çoğumuz “çevre”ciyiz ama aslında neden söz ettiğimizi bilerek mi benimsedik bu görevi, ya da ne zor bir görev üstlendiğimizin farkında mıyız acaba? Bu konuyu kısa bir yazı çerçevesinde biraz açmak isterim…
İnsan, binlerce yıldır doğayı ve doğanın kaynaklarını kendi yararına tüketen, tüketmeyi hak sayan tek canlı türü oldu. Doğayı alt ettikçe sayısı çoğaldı, 1800’lerde 1 milyara, 1960’larda 3 milyara, şimdilerde ise 6 milyara ulaştı. İnsanlar doğal kaynakları denetleyerek, ortadan kaldırarak kentler kurdular, okyanusları aştılar, bu arada daha çok, daha çok insanı ve diğer canlıları öldürebilecek silahlar yaptılar, hayvan ve bitki türlerini yok ettiler, dünyayı ve yaşamı kirlettiler… Çöp dağları oluşturdular, sulardaki oksijeni tükettiler, güneşi soldurdular… Doğanın tüm canlıları ile bir bütün olduğunu ve zenginliklerin de sınırlı olduğunu hiç akıllarına getirmediler.
Ama 1960’larda doğa tüm yapılanların bedelini istemeye, ekoloji bilimi aracılığıyla insanlar da bunları öğrenmeye başladı. Bugün çevresel sorunların hiçbirinin sadece o yöreye ait olmadığının, dünyanın ortak geleceğini etkilemekte olduğunun farkına varıldı.
Tüm canlıların birbirinin varlığına gereksinim duyduğu gerçeğinin temelini “besin zinciri” oluşturur: Güneş enerjisi fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye dönüştürülür, bitkiler bu enerjinin bir kısmını kendi yaşamasal işlevleri için kullanır, kalanı beslenme yoluyla otçul hayvanlara aktarılır. Onlar da kendi gereksinimlerinden artanı etçil hayvanlara iletirler. Görülüyor ki doğa bir canlının yaşamını, bu enerji akışı nedeniyle diğerinin var olması koşuluna bağlamıştır.
Son yıllarda çevresel sorunlar artık tüm ağırlığıyla kendini göstermeye başladı. Bir insan yaşamı süresinde bile gözlenebilen bu sorunlara-değişikliklere kısaca değinelim:
1-Hava kirliliği: Temel kaynakları evsel ısıtma ve taşıt araçlarıdır. Düzensiz ve yetersiz kentleşmenin ve endüstrileşmenin sonucudur. İklime etkileri ile “sera etkisi” (dünyadan uzaya yayılan kızıl ötesi ışınların karbondioksit vb. gazlar tarafından tutularak atmosferi ısıtması), “ozon tabakasının delinmesi” (yeryüzünü yüksek enerjili güneş ışınlarından koruyan 20 km’lik ozon tabakasının freon gazları tarafından tahrip edilerek incelmesi, yok olması) ve “asit yağmurları” (havadaki kükürt dioksit gazının artması sonucunda oluşan sülfürik asidin yağmurlar şeklinde yeryüzüne düşerek geniş ormanların yok olmasına neden olması) terimleri ortaya çıkmıştır. Bu kirliliğin sonucunda bitkilerin fotosentezinde ve buna bağlı olarak ürün miktarında azalmalar olması da beklenmektedir.
2-Su kirliliği: Evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmaksızın sulu ortamlara boşaltılması sonucunda gelişen ve ekolojik dengeleri bozan, suyun kullanımını kısıtlayan veya engelleyen kalite değişimleridir. Suda yaşayan sistemler etkilenir, suyun kendini temizleme özelliği bozulur. Kirlenme çok uzun süreyle kalıcı olabilir. Buna iyi bir örnek, 1950’lerde Japonya’nın Minamata Körfezi’nde endüstriyel cıva atıklarını tüketmiş olan balıkları yiyen pek çok insanın zehirlenerek ölmeleridir. Diğer taraftan sudaki oksijensizliğe bağlı olarak oluşan hidrojen sülfür, metan gibi gazlara bağlı kötü koku pek çoğumuza tanıdıktır…
3-Toprakla ilgili sorunlar: En başta gelen sorun erozyon olup, toprakların kaybedilmesi, toprağın üretkenliğinin ve bitkilerin besin maddelerinin azalması, .ürünlerde kalitenin bozulması ile sonuçlanır. Diğer sorunlar arasında bilinçsiz ve gereksiz gübreleme ile asit yağmurları sonucunda toprağın kirlenmesi de sayılabilir.
4-Bitki ve hayvan örtüsü: Ormanların kaybedilmesi yalnız ülkemiz için değil tüm dünya için ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Dünyanın akciğerleri sayılan tropik ormanların azalması dünya iklimini doğrudan etkilemektedir. Diğer taraftan sadece bir bölgede bulunan bitki ve hayvan türleri artık sadece o ülkenin kaynağı olarak kabul edilmeyip tüm insanlığın koruması altına alınmakta. Ülkemizin zenginlikleri arasında bulunan orkideler, Caretta caretta kaplumbağaları, kelaynaklar ve Çin’in pandaları bu kapsamdadırlar. Bilinçsiz pestisit kullanımı, yaşam ortamlarının ve doğal dengenin bozulması ve bilinçsiz avlanma, pek çok canlı türü için en büyük tehdidi oluşturmaktadır.
5-Pestisit kullanımı: Pestisitler, zararlıların kontrolü amacıyla kullanılan kimyasal maddelerdir. Tarımsal üretimin artırılması ve salgınlara neden olan sivrisinek vb.nin yok edilmesinde önemli yararlar sağlamışlarsa da, aşırı ve bilinçsiz kullanımları, seçici olmamaları ve doğadaki etkilerinin kalıcı olması çok önemli sorunlar yaratmıştır. Pestisitler doğrudan çevreden ve dolaylı olarak besin zincirinden alınarak canlı organizmalarda birikirler. Besin zincirinde ilerledikçe pestisitin konsantrasyonu da artar. Örneğin DDT, sulu ortamlarda planktonlardan başlayıp karada yırtıcı kuşlara ve ağaç yapraklarından başlayıp solucanlara doğru taşınır. Bir çalışmada sinek mücadelesi için 8 yılda toplam 55 ton DDT kullanılan bir gölde, planktonlardaki konsantrasyonun 5 ppm iken, büyük balıklarda 1-100 ppm’e, balık yiyen kuşların yumurtalarında ise 1000 ppm’e ulaştığı gösterilmiştir. DDT, 1970’lerde batılı ülkelerde, 1985’de de ülkemizde yasaklanmış olmasına karşın kalıntılarına hala rastlanmaktadır. Bu durumun en iyi gözlenen sonucu kuşların sayısının (örneğin kelaynakların) gitgide azalmasıdır.
6-Katı atıkların kontrolü: Ev, sokak, hastane vb. nin çöpleri, endüstriyel, ticari ve tarımsal etkinliklerle ortaya çıkan artık ve atıklar ve çamurlar katı atık olarak nitelendirilir. Hızlı nüfus artışı, düzensiz kentleşme, ve endüstrileşme sonucunda atıklar gitgide büyüyen bir sorun halini almaktadır. Toplanma, taşınma, işlenme ve yok edilmeleri çevre sağlığı açısından ciddi yasal ve tıbbi düzenlemeler gerektirmektedir. Hastane atıkları, kıyılarımıza boşaltılan yabancı atıklar, nükleer atıklar hatta pillere uygulanacak işlemlere özel bir özen gösterilmelidir.
7-Diğer sorunlar: En başta gelen temiz, ve sürekli enerji kaynağı bulunması gereksinimidir. Kömür ve petrolün sınırsız olmadığı ve nükleer santrallerin ciddi bir tehlike kaynağı olabilecekleri yaşanarak görülmektedir. Temiz ve güvenli yakıt kaynakları olarak güneş ve rüzgar enerjileri ile biyogaz gündemdedir. Diğer bir sorun ise gürültü olup, insan sağlığında ve iş yaşamında olumsuz etkilere yol açmaktadır.
Her hangi bir ülke, yukarda özetlemeye çalıştığımız temel sorunlardan kendini soyutlayamaz. Bunlardan herhangi birinin şu anda görülmemesi ilerde yaşanmayacağı anlamına da gelmemektedir. Bu nedenle, insanların geleceğe hazırlanabilmesi için ön koşul duyarlı ve bilgili olmalarıdır. Yapılması gerekenler arasında en başta, doğaya aykırı maddelerin kullanımının yasaklanması veya sınırlanması ve yerlerine daha az zararlı olan ve kalıcılığı fazla olmayan seçeneklerin tercih edilmesi gelmektedir. Bilim ve teknoloji sadece tüketmeyi özendirici ve doğaya düşman değil, doğayla uyumlu olmalıdır.