TÜRKİYE’DE VE DÜNYA’DA
İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ
Türkiye’deki deneyimler de, dünyadaki deneyimler de çok önemli bir gerçeği göstermiştir : “Lafla peynir gemisi yürümüyor”.
Dolayısıyla , “güzel söz”leri, “cek-cak”ları; başkalarının ne yaptığını bilmediği ve de aynaya sormadığı için, kendini ve yaptıklarını dünyanın en iyisi sanmayı bir yana bırakmalı ve göstergelere bakmalıyız : “Kişiyi tanıtan işidir, lafa bakılmaz”.
Her şeyden önce Türkiye’nin konumunu belirlemesi açısından bundan tam 112 yıl önce Rusya dışında 17 Avrupa devleti tarafından kabul edilen Berlin Konferansı sonuçlarına göz atalım. Konferans “iş sağlığı güvenliği”nin de içinde olduğu 4 temel önceliği kabul etmiştir. Bu önceliklerden geri kalan üçü de iş sağlığı güvenliği ile bağlantılandırabileceğimiz çağdaş olmanın temel yapı taşlarıdır:
-
Çocukların çalıştırılmaması
-
Sosyal güvenliğin sağlanması
-
Çalışma sürelerinin kısaltılması.
Ne yazık ki, bugün, ülkemizdeki verilere baktığımız zaman bu dört temel yapı taşının da yeterli düzeyde sağlanamadığını görmekteyiz. Türkiye’nin konumunu belirleyebileceğimiz daha bir çok gösterge vardır. Çağdaş uygarlık düzeyinin vazgeçilmezleri arasında sayabileceğimiz aşağıdaki 12 gösterge de Türkiye’nin konumunu anlatmaya elvermektedir :
-
Çağdaş sağlık anlayışı : 19.Yüzyılda henüz mikropların keşfedilmemiş olması, sağlık alanında yalnızca belirtilerin-bulguların tedavi edilmesine dolayısıyla tedavi edici hekimliğe; sosyal güvenlik alanında tazminci yaklaşıma yöneltmiştir. Ama 1882’de ilk mikrobun keşfinin ardından geçen 120 yıl içerisinde, koruyucu-tedavi edici-rehabilite edici hizmetleri bir bütün olarak ele alan bütüncül yaklaşım (çağdaş sağlık anlayışı) ortaya çıkmıştır. Bir politikalar mozayığı olan bu bütüncül yaklaşım, koruyucu hekimliği baş tacı yapar ve sorunu kaynağında önler. Ama bu bütüncül yaklaşımı, ne sağlık hizmetlerimize ve ne de iş sağlığı güvenliği politikalarımızda etkin olabildiğini görüyoruz. Ne yazıkki, Türkiye, 224 sayılı Sağlıkta Sosyalleştirme Yasası ile daha 1961’lerde yakalanan bir ivmeyi; hala yürürlükte olan bu yasayı budayarak tanınmaz hale getirerek elinden kaçırmıştır (O kadar ki, bu girişim, Dünya Sağlık Örgütü’nün, aynı ilkeleri evrensel bir belge olan 1978 Alma Ata Bildirgesi ile duyurmasından 17 yıl öncesine rastlamaktadır). Çağdaş sağlık anlayışındaki yetmezliklerin acı sonucu, önlebileceği halde, önlenememiş olan iş kazaları ile meslek hastalıkları ve üretkenlikte düşüklüktür.
-
Çevresel ve mesleksel hastalıklar : Üretimden kaynaklanan ve yalnızca bazı meslek gruplarında görülen hastalıklara biz meslek hastalıkları diyoruz. Ama, SSK 2000 istatistiklerine göre, ülkemizde görülen meslek hastalığı sayısı 803’tür. Bunun çok düşük olmasına bakarak sevinmek mi gerekir? Ne yazıkki hayır, yapılan alan araştırmaları, bu rakkamın gerçekçi olmadığını; bir çok meslek hastalığının, gözden kaçırıldığını göstermektedir. Demekki ülkemizde saptanmış olan meslek hastalıkları, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Günümüzde, sanayi kaynaklı çevresel atıkların etkisiyle, iş ortamı ile sınırlı kalması gereken bulguları, bu atıklara sunuk (maruz) kalan çevre halkında da görüyoruz. Demekki, meslek hastalıkları artık çevresel bir karakter de kazanabilmektedir. Bugün bu hastalıklar “çevresel ve mesleksel hastalıklar” olarak anılmaktadır. Ama siz Türkçemizde hiç “çevresel hastalık” sözcüklerini duydunuz mu?
-
Kütüphane olanaklarından yararlanma : İş sağlığı güvenliği ile ilgilenen kişilerin, üniversite kütüphanelerinde sınırlı sayıda bulunanlar kitaplar dışında başvurabilecekleri tek bir kütüphane vardır. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi tarafından açılan ve internet üzerinden de ulaşabileceğiniz kütüphane : www.fisek.org/kutuphane . Ama eğer ingilizce bilmiyorsanız, bu kütüphanede de az sayıda kitap bulabileceksiniz, çünkü Türkiye’de sınırlı sayıda bu alanda çok az yayın var. Kütüphane olanaklarından yararlanma ve yayın yapma birbirini karşılıklı olarak etkileyen değişkenlerdir Fişek Enstitüsü’nün 10 yıldır ve iki ayda bir yayınlamakta olduğu süreli yayın (“Çalışma Ortamı” dergisi) ülkemizdeki en uzun soluklu yayın olmanın yanında; iki süreli yayından biri olma özelliğini taşımaktadır. Hem nicel ve hem de nitel olarak gelişmiş ülkelerdeki iş sağlığı güvenliği alanında yapılan yayın çalışmalarına ayak uydurabilmekten çok uzağız..
-
Kayıt-istatistiklerin ve araştırmaların yetersizliği : Bir çok gelişmiş ülke, 100-150 yıla varan sağlık kayıtlarından yararlanarak yaptıkları karşılaştırmalarla övünürler. Bu kayıtlar, özellikle toplumda görülen hastalık hızlarıyla, belirli işkollarında ya da mesleklerde görülen hızları karşılaştırmayı olanaklı kılar. Özel olarak mesleksel kanserlerin saptanmasında; genel olarak da yürütülen politikaların etkinliğini ölçmek bakımından bu çok önemlidir. Ama ne yazıkki, ülkemizde sağlık hizmetlerinden yararlananların değişik sosyal güvenlik sistemlerine dağılmış olmasının ötesinde, kapsam-dışında kalan %19’luk toplum kesimi vardır. Bu olguları gözardı etsek bile, sağlık sistemlerimiz (bazı üniversite hastaneleri dışında), dün karşılaştığı hastayı tanımaktan ve onun “teşhis-tedavisi” ile ilgili kayıtlardan yoksundur.
-
Öngörü : Türkiye’de insanların “günübirlik” yaşadıklarından dert yanılır; attığı adımların yarın kendisine neler getireceğini yeterince hesaplamadığı söylenir. Yani öngörüsünün yetersizliği vurgulanır. Tek tek insanların ötesinde, kurumsal yapıların (özellikle de devlet yapısının) öngörü sahibi olduğunu söyleyebilmek için kanıtlar bulabilmemiz çok zordur. Bu da somutla ya da varolanla yetinmeyi; yaratıcı, ufuk açıcı çalışmalara, modellere, değişik senaryolara, sıra dışına çıkmaya kösteği getirmektedir. Bu olumsuzluklara karşın umut veren bazı toplu çalışmalar da bulunmaktadır. Sözgelimi, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 8.Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlık çalışmaları sırasında, ilk kez “iş sağlığı güvenliği”, bir özel ihtisas komisyonuna bağlı alt çalışma grubu olarak toplanmış ve öngörüler içeren çok değerli bir çalışma ortaya koymuştur.
-
Grupçu çözüm : “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ve “Bir elin nesi var iki elin sesi var” gibi atasözlerinin çatışması yüzyıllardır sürmektedir. Ama genellikle toplum yaşantısında yalnızca çok özel durumlarda (örneğin kurtuluş savaşı) ikincisinin egemenlik kazandığını söyleyebiliriz. Genellikle, “ortak gemisi yürümez” atasözünde olduğu gibi “kişisel çözüm” arayışları egemenlik kazanır. Buna karşın, iş sağlığı güvenliğinde bireysel kurtuluşa yer yoktur. İş sağlığı güvenliği alanında, birbirleri ile organik bağ içinde olmayan işyerlerinin biraraya gelerek “işyeri ortak sağlık güvenlik birimi” oluşturması olgusu çok yenidir ve ancak bir kaç örnek sayabiliriz. Özellikle çalışma koşullarının ve bundan kaynaklanan sorunlarla başetmede zorluklarla karşı karşıya olan KOBİ’lerde grupçu çözümlerin başarı kazanması çok önemlidir. Fişek Enstitüsü’nün 20 yıllık “küçük işyeri ortak sağlık güvenlik birimi” deneyimi, kendi alanında, dünyada da gerçekleştirilen ilklerdendir. Nitekim, bu çalışma Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı’nda (Habitat II, İstanbul 1996) En İyi Uygulamalar Sergisi’ne seçilerek ödüllendirilmiştir. (Bakınız : www.fisek.org/fisekmodeli )
-
Çok bilimlilik ve bütünsellik : İş sağlığı güvenliği konusunda, bir çok bilim dalının çalışmalar yaptığını ve bunların birlikteliğinin başarıyı getireceği açıktır. Yalnızca doktorların, ya da yalnızca psikologların; yalnızca mühendislerin ya da hukukçuların katkısı, bu engin konudaki gereksinmeleri karşılayamaz. Ama her şeyden önce, bilimsel titizlik ve bütünselliğin bu alana egemen olması gerekir. Ama ülkemizde, iş sağlığı güvenliği üniversite eğitim programlarında kendine çok az yer bulmuştur. Bu konuda bilimsel yaklaşımın yerine; pragmatik ve popülist yaklaşımların ağırlık kazanması şaşırtıcı değildir. Onun için hala iş kazaları dikkatsizliğe bağlanmakta, meslek hastalıkları ise tanı bile koyulamadan avucumuzdan kayıp gitmektedir.
-
Katılımcılık : Günümüzde karar alma süreçlerine, konunun tüm taraflarının katılımı aranmaktadır. Gitgide güç kazanan bu yaklaşım, özellikle, sağlıksız güvensiz çalışma koşullarının en çok acısını çeken çalışanlar için de önemlidir. Üretimde insan ögesini kullanmanın yalnızca onun kol gücünden yararlanmak değil; beyin gücünden, yaratıcılığından, önerilerinden yararlanmak gerekir. Yoksa bu onu robota indirger; başta işinden olmamak olmak üzere çeşitli etmenler de onun bu rolünü kabullenmesini getirir. Çalışma yaşamında, karar alma süreçlerinde, denetimlerde çeşitliliği ve zenginliği getirecek olan katılımcılıktır. Buna karşın, işyeri düzeyinde kurulu “İş Sağlığı Güvenliği Kurulları”nın işlevsizliğinden başlayarak, “Çalışma Meclisi”ne kadar bir çok başarısız girişime rastlayabiliriz. Bunlar arasında, 30 yılı aşkın bir süredir dillendirilen “kurumsallaşma düşü”nün bir yansıması olan ve konuyla ilgili olan sosyal tarafları ve uzmanları bileşimine alan “Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurulu” girişimini anmadan geçemeyeceğim.
-
Kurumsallaşma ve sürdürülebilirlik: Çağdaş kavramlardan ikisi de kurumsallaşma ve sürdürülebilirliktir. Birbirilerini destekleyen ve tamamlayan bu kavramlar, aynı zamanda insana saygıyı da yansıtır. Çünkü, her insan, gereksinmelerinin karşılanmasında ve yaşamında istikrarı ve güvenceyi hakketmektedir. Bunu “bugün olduğu gibi yarın da” sağlayabilmenin yolu, örgütlerin kimliklerinin oturmasından ve süreklilik kazanmasından geçer. Kişinin ömrü ile sınırlı olmayan birikimler, sözlü değil yazılı bir kurumsal bellek, tutarlılık böyle sağlanabilir.
-
Birbirini denetleme : İş sağlığı güvenliğinde, birey ve onun çevresi her şeyi belirler. Onun için bireyin gücü, gerek birliktelikler kurmak ve gerekse hakkını aramak için azımsanmayacak bir güçtür. Kişi tek başına değildir; artan iş bölümü ve yoğunlaşan üretim faaliyetinden sonra tek başına ayakta durma iddiasında bulunabilmesine de olanak yoktur. Dolayısıyla, kişilerin her yaptığından ötekiler de etkilenir. Kişilerin kendilerini korumak ya da yakın çevresinin geleceğine koruması adına, “öteki” kişilerin eylemlerine sınır getirilmesini istemekte; kuralları uymayanları uyarmakta ya da şikayet etmekte sonsuz bir haklılığı vardır. Toplumumuzda, “ispiyonculuk”, “ayıp” vb nitelemelerin ardına saklananların, hep bir başkasını yaralayan, hakkını çiğneyen, fırsatçılar olduğunu görmüşüzdür. Gelişmiş ülkelerden farklı olarak, kuralsızlığı hoşgörmemiz, kuralsızlığın baştacı yapılmasına neden olmaktadır. O zaman bu ülkede kurallara uyarak yaşamak, sorumluluklarına yerine getirmek ve dürüst davranmanın maliyeti çok yüksek olmaktadır.
-
İnsan odaklı yaklaşım ve tüketici : Özellikle gelişmiş ülkelerde tüketicilerle yaygın olarak karşı karşıya gelen firmalarla çalışan Türk firmalarının tanık olduğu “tüketici odaklı yaklaşım”, iş sağlığı güvenliği alanında da çok etkili denetim mekanizmalarından biridir. Ancak ülkemizde satışa çıkarılan mallar (ekmek de bile) konusunda tüketici davranışlarının, çalışma koşullarını düzenleyici rolüne henüz rastlayamıyoruz. “Sağlıklı ve güvenli ortamlarda çalışan işçilerin ürettiği malları tercih etme” eğilimi ya da “çocuk emeği ile üretilmemiş olduğu belgelenen ürünleri kullanma” eğilimi giderek ağırlık kazanmaktadır. Hiç kuşkusuz bunda, etik kurallara uyarak üretim yapan firmaların, rekabet eşitsizliğini aşma çabaları da vardır.
-
Uluslararası denetim mekanizmalarının ağırlık kazanması : Rekabet eşitsizliği yaratmamak ve insan haklarına saygılı bir toplum yaratma çabaları, hiç kuşkusuz, iş sağlığı güvenliği alanında ağırlığını hissettirmektedir. 1802 Çırakların Bedeni ve Manevi Sağlıkları Hakkında Yasa ile başlayan ulusal mevzuat çabalarına, 1890 Berlin Konferansı ile eklemlenen uluslararası mevzuat boyutu, bir denetim ağı oluşturma çabasının ürünüydü. Gerçekten de, 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün sosyal taraflara (üçlü yapı) dayanarak kurulması, çok yerinde ve yüklenmesi istenen işleve uygun bir kurgu olmuştur. Bu örgüt tarafından, hazırlanan ve üye devletlerce kabul edilen sözleşmeler, çalışma yaşamı için hem bir yol gösterici ve hem de bir standart niteliği taşımıştır. Yalnızca ILO’nun değil, 2.Dünya Savaşı’nın ardından oluşturulan çeşitli uluslararası örgütlerin sözleşme, direktif, karar vb belgeleri de özlenen denetim mekanizmasının yerleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu belgeleri benimseme, insan haklarına saygıyla özdeşleştirilmiştir. Türkiye’de bu akımın dışında kalamamış; ama uyum göstermemekte de direnmeye çalışmıştır. Şu anda bu direncin kırılmakta olduğu yılları yaşamaktayız. Kuralsızlığı ya da çağdışı kuralları aşma çabaları, yoğunlaşmıştır.
Yukarıda tek tek irdelediğimiz bu göstergeler karşısında Türkiye’nin durumunun ne olduğunu merak edebilirsiniz. Beş üzerinde yapılacak bir değerlendirmede, benim değerlendirmem aşağıda. Hiç kuşkusuz başka ölçekler kullanılabileceği gibi, bu ölçekleri konunun başka uzmanları değerlendirebilir.
TABLO
İş Sağlığı Güvenliği Alanında
Çağdaşlık Görünümünde
Türkiye’nin Yeri
(Beş Üzerinden Verilen Not)
GÖSTERGELER
|
TÜRKİYE’NİN NOTU |
|
2 |
|
1 |
|
1 |
|
2 |
|
0 |
|
1 |
|
0 |
|
1 |
|
1 |
|
0 |
|
0 |
|
2 |
Bu göstergelerin birbirine eşit değerde ölçekler olduğunu söylemeye olanak yok. Ama beş üzerinden verilen notların hiçbirinde sınıfı geçecek notu alamadığımız da bir gerçek.
Bu notlarımızdan bir tanesinin yakın bir gelecekte yükselme eğilimi göstermesi olası; o da “uluslararası denetim mekanizmalarının ağırlık kazanması”dır. Dilerseniz, kendi istemimizle diğer 11 göstergede gerçekleştireceğimiz gelişmelerle bunu “acı” verici olmaktan çıkarabiliriz.
Bu hepimizin elinde.
i Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
ii TALAS C.: Sosyal Politikaya Giriş, İmge Yayınları 2.Basım, Ankara 1995.
iii FİŞEK A.G.: İş Sağlığı Güvenliğinde Güncel Değerlendirme – Çalışma Ortamı Dergisi Sayı 44 Mayıs-Haziran 1999
iv FİŞEK N.H.: Halk Sağlığına Giriş, Hacettepe Üniversitesi Toplum Hekimliği Bölümü Yayını, Ankara, Ocak 1983.
v EREN N.: Alma Ata Bildirgesi ve Türkiye’de Sağlık Hizmetleri – Hacettepe Üniversitesi Toplum Hekimliği Bölümü Yayını No.18 Ankara 1982.
vi www.fisek.org
vii FİŞEK A.G., Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurulu, Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı:15 Temmuz Ağustos 1994.