İşyeri Ortak Sağlık Birimi (Yürüyen Klinik) Deneyimi

1982’DEN BUGÜNE İŞYERİ DÜZEYİNDE GEREKSİNMELER VE ÖRGÜTLENME

Fişek Enstitüsü’nün temeli, 1982 Kasım ayında küçük ölçekli işyerlerine yönelik sağlık hizmetlerinin sunumuyla atılmıştır. Bu tarihte, “İşyeri Hekimlerinin Çalışma Şartları ile Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik” yeni çıkmış; TİSK tarafından Danıştay’da dava açılmış ve bu dava sürmekteydi. Bugün, işyeri hekimliği olayına ağırlığını koymuş olan Türk Tabipleri Birliği ise, iş sağlığı güvenliği ile yalnızca teori düzeyinde ilgileniyor ve SSK’dan ilaç-istirahat yazma yetkisi almak isteyen hekimlere, “oda üyesi olduklarına ilişkin” yazı veriyordu.

Yine o günlerde, 50’den az işçi çalıştıran hiç bir işyerinde “ortak sağlık birimi” kurulmamıştı. 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde, işyeri hekimliği uygulaması da büyük çoğunlukla, yalnızca “hastalanan işçilerin tedavisi”ne yönelmişti. Bunda işçi-işverenler kadar ve hatta daha çok, işyeri hekimlerinin bu alanda bilgili ve deneyimli olmamalarının payı büyüktü. Bugün ise, bu alandaki birikim artmış olmakla birlikte, koruyucu hekimlik görevlerine ağırlık veren işyeri hekimlerinin sayısı ve onlara görevlerini etkin yapabilmeleri için sunulan destek hizmetleri de sınırlıdır. Ancak, övünçle söylemek gerekirse tam-gün çalışacak ve işçilerin sağlığını korumaya hevesli genç işyeri hekimlerini yeğleyen büyük ölçekli işletme sayısı çok artmıştır.

Öte yandan, Çalışma Bakanlığı’nca çıkarılmış olan “İşyeri Hekimlerinin Çalışma Şartları ile Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik”in, hekimin görevini tanımlayan maddelerine bakıldığında, “tıbbi-teknik görevler” başlığı altında, hekimden çok bir mühendisin (ya da iş güvenliği ile ilgili teknik kişinin) yapacağı görevlerin sıralandığı görülür. Bakanlık, işyerlerinde iş güvenliği uzmanı çalıştırılmasını da uygun görmüş; ama bunu yeni bir zorunluluk olarak işverene yüklemeyi göze alamamıştır. Yalnızca yön göstermek ve işyeri hekimlerinin sorumluluk alanını genişletmekle yetinmiştir.

1980’li yıllarda, ülkemizde iş güvenliği mühendisi (veya uzmanı) çalıştıran işyerleri yok değildi. Ancak bunların sayıları oldukça sınırlıydı. Tıpkı tıp eğitiminde olduğu gibi, mühendislik eğitiminde de “işyerinde sağlık-güvenlik” konularının işlenmemiş olması, bu alanda, Çalışma Bakanlığı İş Güvenliği Müfettişliği’nden ayrılan kişilerin çalışmasına olanak vermekteydi. Eski iş güvenliği müfettişleri, ya tam zamanlı olarak, ya da -büyük çoğunlukla- yarı zamanlı olarak işverene danışmanlık yapmaktaydı. Bu danışmanların çoğu da, -tıpkı işyeri hekimlerinin yaptığı gibi- koruyucu çalışmalara değil de, bir kaza meydana geldikten sonra yapılması gerekenlere önem veriyordu.

İş güvenliği uzmanlarıyla, işyeri hekimleri arasında herhangi bir bağ ve ekip çalışması anlayışı yoktu. Bu iletişimsizlik, İş Sağlığı Güvenliği Kurulu toplantılarında da kendisini belli ediyor; bir süre sonra monoton, sonuçsuz ve yasak savma anlayışı ile yürütülen çalışmalar ortaya çıkıyordu.

Yine 1980’li yıllarda, ülkemizde, iş tehlikelerine karşı alınacak önlemlerin (birey ve toplum düzeyinde) pazarı gelişmemişti. Diğer bir deyimle, güvenli işyeri oluşturmak için gerekli olan ölçüm çalışmalarının yaptırılmasında, havalandırma vb önlemlerin aldırılmasında “destek” hizmet sunan bir kesim yoktu; kişisel koruyucu malzemeler konusunda da bunu ithal eden tek tük firmalar olmakla birlikte, ulaşılabilir ve yaygın bir hizmetten sözedilemiyordu. Büyük ölçekli işletmeler, doğrudan ithalat yoluyla, gereksindiklerine inandıkları malzemeleri alıyorlardı. Bütün bu çabalarda, uzman görüşüne başvurma enderdi.

Önceleri olduğu gibi, bugün de ülkemizde, işyerlerinde, işçilerin yaşamını bir bütün olarak gören anlayışla, sosyal danışman kullanılmamaktadır. İş sağlığı güvenliği kurulları kurulması hakkındaki Tüzük’te bu görevlinin adı belirtilmiş olmakla birlikte, uygulamada “personel görevlileri” ya da “insan kaynakları bölümü” çalışanı olarak anlaşılmaktadır.

50’den az işçi çalıştıran işyerlerine bakıldığında … Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na göre işyeri hekimi bulundurma yükümlülüğü olmayan bu işyerleri, tüm işyerlerinin % 60-65’ini ve tüm çalışanların %40’dan fazlasını kavramaktaydı. Bu işyerlerinin büyük çoğunluğu, iş sağlığı güvenliği yönünden yetersizlikler içindeydi ve denetimleri de bir o kadar yetersizdi. Kayıt dışı çalışmanın ve kamu denetiminin ulaşmasındaki sınırlılıklar yanında, sendikalaşma oranı da sıfıra yakındı ve teknik eleman (işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı vs) çalıştırılmıyordu; iş sağlığı güvenliği kurulu oluşturma yükümlülüğü de yoktu.

50’den az işçi çalıştıran işyerlerinin, işyeri hekimi tutma yükümlülüğü yoktu ama;

*Bunlardan ağır ve tehlikeli iş yapanların, ortaklaşa hemşire ya da sağlık memuru bulundurma yükümlülüğü vardı. Bu madde o günlerde hiç uygulanmamaktaydı; bu gün de büyük çoğunlukla uygulanmamaktadır.

*Ağır tehlikeli işlerin yapıldığı işyerlerinde çalışan işçilerin, işe girişte ve “bir yılı aşmayacak biçimde” periyodik olarak muayene edilmeleri ve bunların raporlarına işlenmesi gerekiyordu. Bu konuda işyerleri büyük güçlükle karşılaşıyordu. Çünkü, Tüzük, öncelik sırasını işyeri hekimi, SSK birimleri ve Sağlık Bakanlığı + Belediye sağlık birimleri olarak sıralamıştı. İşyeri hekimi yoktu ve bunun dışındaki birimlere gönderdiği işçileri ya muayene edilmeden geri gönderiliyordu ya da uzun işgünü kayıpları oluşuyordu. (Ayrıca, işyeri hekimi dışında yapılan muayenede, meslek-sağlık durumu ilişkisine de özen gösterilmiyordu. İşçi, konunun özelliğine dikkat edilmeden, sağlam-sakat diye ayırılıyordu)

*İş tehlikelerine karşı, kişisel ve toplu düzeyde önlemler alınması gerekiyordu. İş güvenliği müfettişleri, denetimlerinde, havalandırma, kişisel koruyucu kullanımı vb üzerine yükleniyorlar; ama bunları sağlayabilecekleri kaynakları işyerlerine gösteremiyorlardı.

Nitekim 1992 yılında yaptığımız bir araştırma, çalışma koşulları gözönüne alındığında, 50’den çok işçi çalıştıran işyerlerinde, 50’den az işçi çalıştıranlara oranla daha olumlu özellikler taşıdıkları ortaya konulmuştur.

Ayrıca, 1985 ve 1992 yıllarında yaptığımız iki kapsamlı araştırma, 50’den ve özellikle de 20’den az işçi çalıştıran işyerlerinde çocuk işçiliğin yaygın olduğunu; zaten kötü koşullarda olan işyerlerinde bu çocukların daha da korumasız koşullarda çalıştırıldığını ortaya koymuştu.

İŞYERİ ORTAK SAĞLIK BİRİMİ ÇALIŞMALARININ 1985 YILINDA
ULAŞTIĞI DÜZEY NEYDİ ?

Uluslararası Çalışma Örgütü için hazırlanan “Küçük İşyerlerinde Çalışma Koşullarının Geliştirilmesine İlişkin Fizibl Bir Öneri” adlı Rapor

FİŞEK MODELİ İLE GETİRİLEN NEDİR ?

FİŞEK MODELİ, bütün bu olumsuzlukları hafifletmeyi hedeflemiş; ekip çalışmasını (hekim, hemşire, mühendis, sosyal bilimci vb) öne çıkarmış ve küçük orta ölçekli işletmeleri kendisine çalışma alanı olarak seçmişti.

Çocuk Çalıştıran Küçük İşyerlerine Yönelik Sağlık Sosyal Hizmet Sunumu : Fişek Modeli


1982 yılında, işyerlerinde, “işçilerin
işe giriş ve periyodik sağlık kontrolları”nın yapılması düşüncesi ile
başlatılan çalışmalar, ilk elde 5 işyerinden, 4 yılda 156 işyerine ulaşmıştı.
Bu işyerleri, belirli aralarla ziyaret ediliyor ve 6 ayda bir de tüm işçileri
muayeneden geçirilerek sağlık raporu düzenleniyordu. “Hizmetin işçi-işverenin
ayağına kadar götürülmesi” hem felsefe olarak toplum hekimliğine uygundu; hem de
işyeri çalışma koşullarını tanıma ve onlardan kaynaklanabilecek sağlık
yakınmalarının ortaya çıkarılmasına olanak tanıyordu. Muayeneyi yapan kişinin
“iş sağlığı uzmanı” olması, hem işçi-işverenlere güven veriyor; hem de
çalışmaların gelişme doğrultusunun önceki deneyimlerden yararlanarak gerçekçi
çizilmesine olanak veriyordu.

Bu süre içinde, işçi-işverenlerde yaratılan güven ve olumlu iletişim, bilimsel araştırmalar yürütülmesine de olanak tanımaktaydı. Netekim, 1984 yılında başlayan ve 1986 yılında bitirilen “Çocukların Mediko-Sosyal Sorunları Araştırması”, MEAwards (Ortadoğu Uluslararası Sosyal Bilim Ödülü) çerçevesinde gerçekleştirilmiş; Türkiye’deki çalışan çocuklara yönelik ilk kapsamlı araştırma olmuştu.

Çocuk İşçilerin Mediko Sosyal Sorunları Araştırması, 1986

Yine bu dönemde WHO (Dünya Sağlık Örgütü) için gerçekleştirilen “Çalışan Çocuklara Özel Sağlık Riskleri” araştırması yapılmıştır.

Çalışan Çocukların Özel Risk Etmenleri, 1986

ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) için hazırlanan “Küçük İşyerlerinde Çalışma Koşullarının Geliştirilmesine İlişkin Fizibl Bir Öneri” bu çalışmaların en önemli getirileri arasında sayılmalıdır.

Uluslararası Çalışma Örgütü için hazırlanan “Küçük İşyerlerinde Çalışma Koşullarının Geliştirilmesine İlişkin Fizibl Bir Öneri adlı Rapor

Hizmetten yararlanan işverenlerin katkılarıyla, bir döner sermaye işletmesi benzeri yapıya kavuşan çalışmalar, bu bilimsel çalışmaların ve yapılanlarda bilimsel beklentinin artması + mali yükümlülükler (fatura, vergi, stopaj vb) dolayısıyla, Fişek Özel Sağlık Hizmetleri ve Araştırma Enstitüsü Ltd.Şti. biçiminde bir örgütlenmeyi zorunlu kılmıştır.

1994 yılından başlayarak, İstanbul-Yenibosna’da SSK Genel Müdürlüğü’nün tanıdığı “grup işyeri hekimliği” olanağı ile hastalanan işçilerin ve çocukların, tedavilerinin yapılması ve ilaçlarının  SSK tarafından sağlanması olanağı da doğmuştu. Aynı uygulamaya 1996 yılı sonunda Ankara’da da başlanmıştır. Enstitü’nün de içinde yer aldığı bu “ortak sağlık birimi”, sisteme abone olan işyerlerine bir yandan hastalanan işçilerini her gün, işyerinin çok yakınındaki “ortak sağlık merkezi”ne gönderme olanağını verirken; öte yandan, işyerindeki koruyucu sağlık-güvenlik görevlerine de yardımcı olunmaktaydı. Sistemin finansmanı işverenlerin katkılarıyla sağlanmaktaydı.

1986 yılından beri ILO-Türkiye Temsilciliği ile süren temaslarımız 1992 yılında “Çocuk Emeğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı”nın başlatılmasıyla yeni bir ivme kazanmıştır. 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinin, aynı zamanda, çalışan çocukların çok büyük bir bölümünü de çalıştırmakta oluşu ve daha önce gerçekleştirdiğimiz araştırmalar ILO’nun ilgisini yürüttüğümüz çalışmalara çekmiştir. Araç-gereç, personel desteğinin yanında, övgü ve özendirmesi ile Fişek Modeli’nin geliştirilmesine olanak vermiştir. Bu katkı ve destek, belli ölçülerde hala sürmektedir.

Çalışan çocuk etkinliklerinin ulaştığı boyut, elde edilen deneyimin büyüklüğü, Enstitü bünyesinde bir uzmanlık kuruluşunun meydana getirilmesini zorunlu kılmıştır. "Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı” bu gelişmenin ürünüdür.

50’den az işçi çalıştıran işyerleri için gerçekleştirdiğimiz model, “iş sağlığı güvenliği mevzuatı”nın işverene getirdiği yükümlülükler ile uygulama arasında bir köprü oluşturmuştur. Bu model içerisinde, isteyen her işveren, yasalarına kendisine yüklediği, her önlemi almada Enstitünün destek hizmetlerinden yararlanabilir.

1998 Kasım’ında ulaştığımız olanaklar şöyle tanımlanabilir:

1.Yaklaşım bakımından : 15 yıllık deneyim Enstitü’ye, bir yabancı gazetecinin “soft negotiation” olarak yakıştırdığı, bizim “gülümseyen söylem” olarak tanımladığımız bir bakış açısı kazandırmıştır. Yasal “zor” çok önemlidir ve kendisini hissettirmelidir. Ama önemli olan işçi-işverenleri gönüllü biçimde iş sağlığı güvenliği etkinliklerinin içine çekmektir. Biz Enstitü olarak, bunun “dil”ini de, “özgüven”ini de yakaladık.

Yenilikler bakımından : Ülkemizde sanayi sitelerinde yeralan küçük ve orta ölçekli işyerlerinde, işyeri hekimliğinin nasıl yapılacağına ilişkin tek geniş çaplı deneyimi Enstitü, 3 ilde 6 uygulama merkezinde yürütmektedir. Yürüyen Klinik dediğimiz sağlık karavanları ile işyerlerine ulaşılmakta; Yürüyen Klinik dediğimiz sağlık karavanları ile işyerlerine ulaşılmakta; Sanayide Sağlık Merkez’leriyle de her gün hekim – hemşire hizmetinden çalışanların yararlanmaları sağlanmaktadır.

3.Ülke ölçeğinde yaygınlık bakımından: Ankara (Ostim, İvedik Bölgesi, Sincan Organize Sanayi Bölgesi), İstanbul (Yenibosna) ve Denizli…

4.Hizmetlerin çeşitliliği bakımından:

a. Yalnızca koruyucu sağlık hizmetleri sunumu (sağlık raporu, odyometri, spirometri ve bazı laboratuvar incelemeleri)

b. Yalnızca ilk yardım hizmetleri sunumu

c. Yalnızca iş güvenliği hizmetleri sunumu (gürültü ölçümü vs)

d. Tümelci sağlık anlayışıyla (koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri, iş güvenliği hizmetleri)

e. Eğitim ve danışmanlık hizmetleri (İlk yardım-kurtarma, yangın, kişisel koruyucular-makina koruyucuları, işyeri tertip-düzeni, iş sağlığı güvenliği seminerleri)

İş hukuku tüzemizde, İşyeri Ortak Sağlık Birimi olarak tanımlanmakla birlikte bizim çalışmalarımız, iş sağlığı güvenliği ile ilgili tüm bilim dallarını kavrayan bir ekip çalışmasını oluşturma yönündedir.

19 YILLIK DENEYİMİN IŞIĞINDA, İŞYERİ ORTAK SAĞLIK
BİRİMLERİNİN GELİŞME DOĞRULTUSU NEDİR ?

İş Hekimliği İçin Ayrılan Süre

1 Sağlık birimlerinin, bedensel ve ruhsal sağlığı aşarak, sosyal çevrenin de geliştirilmesi, sosyal hakların yaygınlaştırılmasını da kapsayan bir eylem planını benimsemeleri gerekir. Böylece, bir sosyal politika odağı ortaya çıkacaktır. Böylece bu odak, İş Teftiş Tüzüğü’ndeki bütünsellik ilkesine de uygun olarak, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişleri ve Sosyal Sigortalar Kurumu Sigorta Müfettişleri ile aynı amaca yönelik çalışacaktır. Bu da kurumlararası işbirliğine güzel bir örnek olabilecektir. Ülkemizde, böyle işbirliklerine başka alanlarda rastlanmıştır. Bunlardan en bilinen ve yaygın olanı, serbest muhasebece, mali müşavir uygulamasıdır. Giderek benzer sorumluluk ve yükümlülükler, iş sağlığı güvenliği ile ilgili “ortak” birime de verilebilir.

2 Küçük işyerlerinin kendi aralarında anlaşarak ortak sağlık birimleri kurmaları ve işletmeleri oldukça güç görülmektedir. Uygulama, aynı zamanda sağlık hizmeti veren bir birimi aralarına almaları yoluyla bir “grup” oluşturmanın daha verimli olduğunu ortaya koymuştur.

Buradaki en önemli güçlük de, gruba katılım ve ayrılışın yoğunluk gösterebilmesidir. Gruptan katılım, birdenbire olmamakta ve “bekle-gör” ya da “bugünün işini yarına bırakma” politikalarından ötürü, parça parça gerçekleşmektedir. Bu özellikle yetki alma süreçlerinde sorun yaratmaktadır.

Öte yandan hizmet birliği oluşturan gruptan ayrılmak isteyeni de engellemek mümkün değildir. Her ne kadar bir sözleşmeyle bağlı olunsa da, özellikle ayrılış nedenine de bağlı olmak üzere, zorlayıcı davranılamamaktadır. Ayrılış nedenleri arasında en belirgin ağırlık, iş durumunun bozulmasıyla ilgilidir. Bir başka neden de, sistemin finansmanı için işyerinin koyduğu katkıyla bağdaşmayacak ölçüde “yüksek beklenti” içine giren işçilerin, işveren üzerinde yarattığı baskıdır. Bu baskıda, bazı kötüye kullanmaların önlenmiş olmasının da payı vardır.

Yine, iş hekimliği hizmet birliği oluşturan grupta yer alan işyerlerindeki, işçi sayıları da büyük değişiklikler göstermektedir. Özellikle kriz dönemlerinde çok düşen bu sayı, işyeri hekimine ödenen “en az ücret” ve “işyeri hekimine tabip odasınca tanınan kota” dolayısıyla zorluk yaratmaktadır.

Bir başka sorun, ekip halinde yapılan çalışmalarda, işyeri hekimine, “İşyeri Hekimlerinin Çalışma Şartları ile Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik”te gösterilen görevlerin, hemşire, iş güvenliği uzmanı, sosyal görevli tarafından da gerçekleştirilmekte olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda, hekimin işçiye ayda en az 15 dakika ayırma zorunluluğunun gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Küçük işyerlerinde, özellikle Fişek Modeli çerçevesinde sunduğumuz iş hekimliği hizmetlerinin, SSK üzerindeki hasta ve harcama yüklerini azalttığı görülmektedir. Bu modelin yaygınlaştırılması durumunda, bu yüklerin, bütçe üzerinde hissedilir bir ferahlama yapacağı da açıktır. Bu yüzden, özendirilmesi gerekmektedir.

Küçük sanayi işverenlerinin, iş hekimliği hizmetlerini “grup” yaparak almaları konusunda en büyük engel, SSK için ödedikleri primlerden kaynaklanmaktadır. Sağlık bilinç düzeylerinin de etkisiyle, hastalanan işçilerin tedavi hizmetlerine dikkatlerini yoğunlaştıran küçük sanayi işverenleri, kurulan ortak sağlık biriminde ağırlıklı olarak tedavi hizmeti almak istemektedir. Ancak aynı hizmet için SSK’ya prim ödemekte oluşu, onun hem ilkesel ve hem de parasal yönden karşı çıkışına neden olmaktadır. Bu yüzden, sistemin denetiminin zaten SSK’nın elinde olmasından da yararlanarak, bu “iş hekimliği hizmet sistemi” için yapılan harcamaların “hastalık ve iş kazası-meslek hastalığı sigorta primlerinden” düşülmesi sağlanmalıdır.