Ekonomik kriz etkisinin nüfus kesimlerine göre değiştiğini şu günlerde açık biçimde görmekteyiz. Varsıl, orta direk ve yoksul kesimlere krizin yansıması farklılıklar göstermektedir. Varsıl kesimin uç bölümü olarak nitelendirilebilecek pahalı eğlence yerleri müşterileri bir yana, nüfusun tümü şu ya da bu biçimde ekonomik krizin etikisi altındadır. Toplum dokusu bu dönemde büyük bir sınavdan geçmekte dayanışma, özveri gibi değerler şimdilerde ayrı bir önem kazanmaktadır. Türkiye olarak kendimizi ayrıcalıklı dirençli, sağlam yapıya sahip kabul ediyor ve bu beklentinin krizin başarıyla atlatılmasında bir kez daha yardımcı olacağına inanıyoruz.
Ekonomik krizin olumsuz yüzü hiç kuşkusuz en ağır biçimde işsizlerde görülmektedir. İşsizlik çalışma yeteneği (kapasitesi) olan kişinin, mütevazı biçimde olsun geçimini sağlayacak gelir kaynağından, kendi iradesi dışında, yoksun kalması olarak algılandığında, toplumsal bir sorundur. Böylesi bir durumun insan saygınlığı ile bağdaşacak biçimde çözümlenmesi ancak sosyal devlet ilkeleriyle, o çok duyarlı işçi-işveren ilişkilerinde adalet kavramının titizlikle korunmasıyla sağlanır, en azından hafifletilebilir.
Bu noktada ortaya çıkan bir sorun, işsiz kişinin geçimini sağlamak uğruna, ‘ekmek parası’ için çalışma koşulları sağlık ve güvenlik bakımından ne olursa olsun kendisine önerilen işi kabul etmesi zorunluluğu olabilmektedir. Bu tür çalışmaya/çalıştırmaya göz yumulabilir mi? Çalışma sürecinin bir yönü-emekçi yönü budur. Sürecin bir de öteki yönü, işveren yönü söz konusudur.
İşveren serbest pazar ekonomisinde işletmesini ayakta tutmak için üretimde maliyet, rekabet gibi sorunları göz önünde bulundurmak zorundadır. Maliyet öğeleri arasında işyerindeki çalışma ortamı sağlık ve güvenlik önlemlerinin gerektirdiği giderleri de doğal olarak hesaba katacaktır.
Burada karşılaşılan ikilem işyerlerindeki sağlık ve güvenlik önlemleri giderlerinin sınırı ne olmalı konusudur. Başka bir deyişle ürün maliyetini düşürme pahasına işyeri sağlık ve güvenlik önlemleri harcamalarından vazgeçilebilir mi, ya da kısıntı yapılabilir mi? Bu sorunun başka bir anlamı maliyetle ilgili ekonomik öğelerden -bir bakıma– çalışanların yaşam kalitesi niteliğini taşıyan koruyucu önlem giderleri arasında nasıl bir tercih yapılmalı görüşüdür. Gerçekte toplumların değer yargılarının/uygarlık düzeylerinin göstergeleri bu tür uygulamalarda yatmaktadır. İnsanlık tarihinde üretim ekonomisiyle çalışanın yaşam kalitesi ilişkisini aydınlatan örnekler vardır. Kölelikten-belli sosyal güvencelere kavuşmuş onurlu, verimli çalışanlara değin.
İş sağlığı güvenliği etkinlikleri sosyal ve ekonomik zorunlulukların ortaya koyduğu bir olgudur. En az 200 yıllık bir uygulama geçmişi vardır. İnsan ve toplumların yaşamsal gereksinmeleri olan her türlü ham madde elde edilmesinden, ürünlerin kullanım araçlarına dönüştürülmesine ve pazarlanmasına kadar her aşamada kaçınılmaz olan emeğin korunması 19. yüzyıldan bu yana sistemli bir gelişme göstermiştir. Üretim teknolojisi iş sağlığı ve güvenliği yöntemlerine ivme kazandırmıştır. Kuşkusuz iş sağlığı ve güvenliği etkinlikleri beraberinde maliyet sorunlarını da taşımış, çalışanların ücret, çalışma süreleri gibi hakları arasında bunlar da işçi, işveren mücadele konuları arasında yer almıştır. Ancak çağımızda tartışma konusu olmaktan çıkmış, uluslararası sözleşmelerle pekiştirilmiş belli bir iş sağlığı ve güvenliği sistemi vardır. Bu sistemde öngörülen ilkelere bir kez daha göz atalım: çalışanın yaş, cins, fiziksel ve zihinsel yeteneklerine göre iş’e alınması, üretim süreci sırasında sağlığı tehlikeye sokacak tehlikeli, zararlı, zehirli maddelerden korunma, çalışma ortamı koşullarının aşırı zorlanmayı engelleyecek biçimde belli kriterlere uygun olması, üretim sürecinde iş kazalarının önlenmesi bakımından işin niteliğine göre koruyucular kullanılması, işyerinin yapı tarzı ve mekan bakımından uygunluğudur. Sözkonusu ilkelerin ayrıntılı biçimde uygulamaya konmasını sağlayan oldukça geniş bir teknoloji birikimi vardır. Teknoloji kullanımında değişik bilim dallarında özel eğitim görmüş uzmanlardan yararlanıldığı gibi, işyerlerinde günlük sorunlarla karşı karşıya olan ara kademe personeli de rol alır. Bu personel bir yandan eğitim alıcı diğer yandan işyerinde gerçek uygulayıcı olarak işlev görürler. Temel bilgi niteliğindeki bu ayrıntıları bir kez daha yinelemekten maksadımız iş sağlığı ve güvenliği etkinliklerinin kapsamını bir bütün olarak vurgulamaktır.
Doğal olarak ülkemiz de kendi koşullarına uygun iş sağlığı ve güvenliği kurallarını benimsemiş ve uygulamaya koymuştur. Bizde yasal çerçevenin 1930 dan sonra daha belirgin olarak su yüzüne çıktığı görülmekte ise de uygulamaların 1963 yılında iş güvenliği teşkilatının kurulmasıyla bir ölçüde hız kazandığı söylenebilir. Şimdi varılan aşama yeterli mi konusu tartışılabilir. Genelde iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı birçok ülkede gerekli norm ve standartların en az düzeyde olanlarını düzenleme amacını güder, daha üst düzeydekilerin kabulünü ve uygulamasını işverenlerin takdirine bırakır. Kendi ülkemizde de böylesi bir görüşten haraket edildiği savunulabilir. Ancak şu aşamada gerekli önlemlerin yerine getirilmesinde ekonomik kriz/maliyet sorunu gibi mazeretlerin geçerli olamayacağını kabul etmeliyiz. Ne var ki sorun burada bitmiyor, biraz daha derine inmek zorundayız. İş sağlığı güvenliği ile uğraşanların sık sık karşılaştıkları bazen çıkmaz gibi görülen bir durum söz konusudur; bir yanda mevzuatın getirdiği sınırlamalar, öte yanda uygulamadaki imkansızlıklar. İşsiz kişinin aç kalmaktansa yasal düzenlemelere uymayan olumsuz koşullara boyun eğmesi, çalışmayı kabullenmesi durumunda nasıl bir tutum içinde olmalıyız? Yasal gereklilikle gerçek arasında sıkışıp kalmak hem işyerinde işveren vekili durumunda olanları, hem denetimle uğraşanların derdi. Öyle ki zaman zaman kendi kendimize olsun sorabiliriz, ‘Bu iş bir çıkmaz, yoksa bizler akıntıya kürek mi çekiyoruz?’ Bir kez daha hesaplaşma zamanı gelip çatmıştır. Yasal düzenlemeler her zaman sosyal sorunları bir defada çözemiyor. İşte kayıt dışı çalışma, işte kesintisiz 8 yıllık eğitim konuları; bunları düzene sokacak yasal hükümler olduğu halde ne yazık ki tam bir başarı sağlanamıyor. Ama kimsenin aklından var olan hükümler işe yaramıyor diye bunları yok etmek, silmek geçemez. Çözüm yolu eksikler varsa bunları düzeltmek ya da konuları zamana yaymak, sabırla, ısrarla izlemek, sosyal sorunlarda değişimin sabahtan akşama kolayca iyileştirilemediğini kavramak. Başka bir doğruyu da unutamayız; yasal düzenlemelerin her zaman uygulamanın önünde olması gereği; yeter ki yasal düzenlemeyle gerçek arasında düş, uçurum niteliğinde mesafe bulunmasın. Bu mantık asla doğru bildiğimiz bir konunun peşini bırakmak biçiminde algılanmamalı, tersine bir iman tazeleme, yeni bir enerjiyle çözüm mekanizmaları üretme zorunluğu olarak algılanmalı. İş sağlığı güvenliği etkinlikleri bilimsel çalışmalarla elde edilen verilere dayalı, çalışmayı kişinin ekonomik ve sosyal üretkenliğine, toplumun refahına katkıda bulunacak araç durumuna getirmeyi amaçlayan uğraşı alanıdır. Bu bilinç enerji kaynağımızdır.